Türk Tarihi

TÜRK KÜLTÜR ÇEVRESİNDE KIMIZ

0 4.042

Prof. Dr. İlhami DURMUŞ

Türklerin yaşadığı kültür çevre­sinin sunduğu imkânlar beslenme, gi­yinme, eğlenme gibi alaışkanlıklarına büyük ölçüde etki etmiştir. Türkler -birçok toplumda da görüldüğü üze­re- yaşadıkları çevrenin etkisinde kül­türlerini oluşturup geliştirmişlerdir. Onların beslemiş oldukları hayvanlar ile yetiştirdikleri tahıl ve meyva türle­ri yiyecek ve içeceklerinin çeşitliliğine esas olmuştur. Hayvanlarından, tar­la, bağ ve bahçelerinden elde ettikleri yiyecek türleri yanında çeşitli içecek türleri de bulunmaktadır.

Türkler buğday, darı, arpa, üzüm, kayısı, erik ve sütten içecekler yapma­sını biliyorlardı. Şerbet gibi buğday­dan yapılan içkiye “ağartgu” deniliyor­du. Bu içki bir çeşit buğday birasıydı. Buğday, darı, arpa gibi hububatlardan yapılan içkiye “bekni/begni” adı veriliyordu. Bu içki boza olarak biliniyordu. Darıdan yapılan ve boza olarak bilinen içkiye “buhsum” deniliyordu (Kaşgarlı Mahmud 1992: IV, 9, 80, 111). Şıra, şa­rap için “çagır” adı kullanılıyordu. Tat­lı, içilecek şey, şarap için “süçik” keli­mesi bulunuyordu. Kayısı, erik gibi meyvaların sıkılmış suyuna “uhak” denilmekteydi (Kaşgarlı Mahmud 1992: IV, 130, 547, 687). Türk kültür çevresinde ağaçtan toplanan yemişler ezilip, özü süzülerek suyu çıkarılıyor­du. Bu sıvıya “askhü” denilmekte, adı geçen su yalnız ya da sütle karıştırılıp içiliyordu (Herodotos, IV, 23). “Askhü” adlı içeceğin ağacı yabani kiraz, ya da kuş kirazıydı. Türk toplulukları bunu kurutmakta, ince su haline gelinceye kadar sütle kaynatmakta ve sulandı­rarak içmekteydiler (Nemeth 1940: 515).

Türklerin içecekleri -özellikle boz­kır kültür çevresinde- en çok hayvan­larının sütünden yapılıyordu. Türkler tarafından at başta olmak üzere, ko­yun, keçi, deve, sığır, su sığırı ve hatta geyik besleniyordu. Onlar besledikleri hayvanların eti, derisi, yün ve tiftiği yanında sütünden de yararlanıyor­lardı. Hayvanlarının sütünü içtikleri gibi, onlardan -günümüzde de olduğu gibi- yağ, yoğurt ve çeşitli peynirler elde ediyorlardı. Süt, ayran ve kımız gibi çeşitli içecekleri vardı. Bunlar arasında kısrak sütünden elde ettikle­ri kımız ilk sırayı alıyordu.

Kımız Adı ve Tanımı

Kımız adı Türk lehçelerinde hep aynı şekilde geçmektedir. Türk, Azeri, Başkurt, Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Türkmen lehçelerinde “kımız”, Uygur lehçesinde “gımız” adına rastlanılmaktadır (Ercilasun vd 1991: I, 474-475). Bu ad Rusça’da “kumıs” şeklindedir (Mustafayev vd 1972: 358). Kımız adı­na günümüz Türk lehçelerinde olduğu şekliyle Divanü Lugat-it Türk’te de rastlanılmaktadır. Kımız kelimesin­den başka bununla bağlantılı kımızlan, “kımız sahibi olmak” anlamında kullanılmaktadır. Ayrıca kımız almıla ise, “ekşi elma” için kullanılmış bulun­maktadır (Kaşgarlı Mahmud 1992: IV, 315). Ekşi elma adından kımızın ekşi­lik ifade eden bir kelime olduğu dikka­ti çekmektedir. Kımız adındaki “kım” sözcüğünün ekşilik ifade ettiğine vur­gu yapılmaktadır (Gülensoy 2007: I, 509).

Kısrak sütü ekşitilerek yapılan içkiye kımız denilmektedir (İbni Mühenna 1997: 42). Kımız, kısrak sü­tünün mayalanmasıyla yapılan, az alkollü, eski bir Türk içkisi olarak da ifade edilmektedir (Eren vd. 1988: 851). Kımızın asıl Türk içkisi olduğu belirtilmektedir. Kısrak sütünden ya­pılan ve keyif verici bir içki olan kımı­zın süt renginde ve tadının kekremsi olduğuna dikkat çekilmektedir. Onun tadının az olgunlaşmış kızılcık tadına benzediği ve hafif alkol kokusu verdi­ği vurgulanmaktadır (Gökyay 2007: 1147).

Kımızın Tarihçesi

Kımız konar-göçer olarak yaşayan ve at besleyen Türklerin hayatında önemli bir yer tutmakta ve kullanımı tarih öncesi devirlere kadar ulaşmak­tadır. Ancak bu dönemlerde kımızın kullanıldığını gösteren herhangi bir veri bulunmamaktadır. Türklerin atı ehlileştirmeleri, ondan büyük ölçüde yararlanmaları, sütünden de yarar­landıklarını anlamayı mümkün kıl­maktadır. Kımızın Türk kültür çevre­sinde icat edilmiş olduğunu şu sözler açık bir şekilde ortaya koymaktadır: “Kımız esas itibariyle Türkler ve bun­ların etkisinde kalan milletlerden baş­ka dünyanın hiçbir yerinde görülmez. Kımız doğrudan doğruya Türklerin icadıdır. Kımız içilen yerlerde Türkler oturmuşlardır” (Eberhard 1940: 285).

Yazılı kaynakların verdiği bilgile­re göre Türk kökenli bütün topluluk­lar tarafından kımız kullanılmıştır. Çin kaynaklarında Hunların hayvan­larının etini yedikleri, onlardan hazır­ladıkları kımızı içtikleri ve derilerini giydikleri belirtilmektedir (De Groot 1921: 82). Aynı şekilde onların at, sı­ğır, koyun besledikleri, et yiyip, kımız içip, göç ettikleri vurgulanmaktadır (Eberhard 1996: 76). Gök Türklerin de kımız içtikleri ifade edilmektedir (Liu Mau-tsai 1958: I, 42).

Çince’de “lo” kelimesine dikkat çekilmektedir. Bunun bir içki olduğu ve beygir lo’sunun kımız olduğu anla­şılmaktadır. Genel olarak “lo” yoğurt da olabilir. Lo, eski bir Türk içkisidir (Eberhard 1940: 207). Lo, koyun ve inek sütünden de yapılabilmektedir (Eberhard 1940: 208-210). Geyik sü­tünden de lo’nun yapıldığı bilinmek­tedir (Eberhard 1940: 285). Asıl de­ğerli “lo” kısrak sütünden yapılandır. “At sütü” ya da “at lo’su” kımızı ifade etmektedir. Kımız diğer “lo’lardan “Tunğ” veya “Tunğ-lo” adıyla ayırt edilmektedir (Eberhard 1940: 286).

Grek kaynaklarında da kımız içen topluluklardan söz edilmektedir. İlk olarak Homeros, “kısrak sağan” ve “sütle beslenen” tabirlerini kullanıyor (Homeros, 13.5). Hippomolgos, “kısrak sağan” ve laktofagos, “sütle beslenen” tabirlerinin İskitler için kullanıldığına işaret ediliyor ve sağılan sütün, kımız­la yakından ilişkili olduğu belirtiliyor (Uluğtuğ 1939: 1-2). Strabon da Homeros tarafından belirtilen topluluğun göçer-evlerde yaşayan, besledikleri sü­rülerin süt ve peynirinden yararlanan İskitler olduğuna dikkat çekmektedir (Strabon, VII, 3. 2-3).

Herodotos, İskitlerin içkileri olan sütün kısrak sütü, yani kımız olduğu­nu ifade etmektedir (Herodotos, IV, 2). Hippokrates de İskitlerin konar-göçer olarak yaşadıklarını, pişmiş etle bes­lendiklerini, kısrak sütü içip, bu süt­ten bir çeşit “Hippacae” denilen peynir yaptıklarını belirtmektedir (Hippok­rates, 18). Strabon da İskitlerin ara­balarda yaşadıklarını, sürüleriyle ge­çimlerini sağladıklarını, peynir ve süt ürettiklerini ve kısrak sütünden yapıl­ma peynir yediklerini söylemektedir (Strabon, VII. 3. 7). Buradan geleneğe uygun olarak kısrak sütünden kımız yapıldığı anlaşılmaktadır.

Kımızın İskit, Hun ve Gök Türklerden başka Türk topluluklarında da içki olarak kullanıldığı bilinmektedir. Kımız, Özbekler, Yakutlar, Buryatlar, Moğollar tarafından kullanılmıştır. Avrasya bozkır kuşağında geniş saha­larda konar-göçerler tarafından kımız içilmesi yaygınlık kazanmıştır. Özel­likle kısrakların çok süt verdikleri yaz mevsiminde kımız çok içilmiştir (Bleichsteiner 1952: 184, 187-188, 193, 197, 200). Aynı gelenek bozkır coğrafyasında günümüzde devam etmek­tedir. Kazaklar, Kırgızlar, Hakaslar, Tuvalılar, Yakutlar tarafından kımız içilmektedir. Türk kültür çevresine yakın olan Moğollarda da kımız içme geleneği mevcuttur.

Kımız Yapımı

Kımızın yapımı ile ilgili eski kay­naklarda bilgiler bulunmaktadır. Çin kaynaklarında bu hususta kayıtlar mevcuttur. Burada kısrak sütlerinin leğenlere sağıldığı ve ekşi bir içki ile mayalandığı belirtilmektedir. Leğen yerine deriden torbalar bulundurul­duğu da ifade edilmektedir. Bunun “at sütü” veya “at lo’su”, yani gerçek kımız olduğu anlaşılmaktadır. Lo’nun ilkbaharda bitkilerin yetiştiği zaman içilmesine dikakt çekilmektedir (Eberhard 1940: 286).

Grek kaynaklarında da kımızın sağılması ve yapılması üzerine kayıt bulunmaktadır. Herodotos, İskitlerde kımız üretimiyle ilgili şu bilgiyi vermektedir: “İskitler içkileri olan sütü elde etmek amacıyla bütün bu işi yaptıracakları kişilerin gözlerini oyarlar. Kısrak sağan bu kişiler flüte çok benzeyen bir çeşit kemik boru alır­lar; bunu kısrağın döl yatağına sokar ve ağızlarıyla üflerler; onlar üflerken, öbürleri de sağarlar. Onlara göre hava kısrağın damarlarını açar, sütün me­melerine inmesini sağlar. Sağılan süt tahta fıçılara boşaltılır; çevresine kör­ler dizilir ve sütü döverler; üstte kala­nı ayırıp alırlar. İskitlerin gözünde en iyi süt budur. Altta kalanını düşük ka­lite sayarlar” (Herodotos, IV, 2).

Kımızın günümüzde yapılışına dair anlatımlar da bulunmaktadır. Bu hususta Kazakların kımız yapışları kayda değerdir. Kımız genellikle atın derisinden yapılan saba, tulum veya meşe ağacından yapılan kübide maya­lanarak yapılır. Sonbaharda saba, tu­lum ve kübinin dibinde kımızın koyu kalıntısı kalır. Buna “kor” derler. Kor adı verilen bu mayayı bez torbanın içi­ne koyup serin bir yerde özel olarak muhafaza ederler. Gelecek sene beze sarılan “kor”u saba, tulum veya kübi içine koyarlar, onun üstüne yeni sağı­lan bir şelek kısrak sütünü katarlar. Bundan sonra sabanın ağzı bağlanır, ılık tutmak için etrafını bezle sararlar. Kor ezilerek kısrak sütünün içine ta­mamen dağıldığında kısrak sütü ekşi hale gelir. Böylece yeni maya hazır­lanmış olur. Yeni korun üzerine serin olmamış kısrak sütünü koyup, her de­fasında 30-40 dakika kımızı karıştır­mak için kullanılan “pispek’le yayık­lar. Kımız tam kıvamına gelmiş olur. Eğer mayalanacak kısrak sütünün içine koyunun tuzlanmış kuyruğu, atın kazısı veya yağlı cayası katılırsa, o zaman kımızın tadı daha lezzetli olur (İsmail 2002: 387).

Başka bir tarife göre, süt Kırgız­ların saba dedikleri, tütsülenmiş at derisinden yapılma tuluma konur. Bir hisse mayaya beş hisse sağmal (yeni sağılmış süt) karıştırılarak bışkak (ka­rıştırmaya mahsus sopa) ile çalkala­nır. Bu işlem yarım saate yakın sürer. Bundan sonra üç dört saat dinlenmeye terkedilir; dördüncü saatte sütün yü­zünü kaplayan kabarcıklardan maya­lanmanın başladığı anlaşılır. İkinci işlem, yine dört-beş hisse sağmal ka­tılarak öncekilerden daha kuvvetli çal­kanır ve yedi-sekiz saat dinlenmeye bırakılır. Üçüncü işlem, yine dört-beş hisse sağmal katılarak öncekilerden daha kuvvetli ve daha çok çalkalanır. Tekrar üç-dört saat dinlenmeden son­ra hafif kımız kokusu çıkmaya başlar. Kımızın pıhtılaşmaması için karış­tırma işlemini zaman zaman ihmal etmemek lazımdır. Mayalanmanın başlaması hararet derecesine göre oluştuğundan, işlemin uzun veya kısa sürmesi de buna bağlıdır. Fakat yine en hafif kımızın oluşumu için, en az yirmidört saate ihtiyaç vardır. Zaman geçtikçe alkol miktarı ve ekşilik artar. Üç-dört gün sonra sert kımız oluşur ki, buna Kırgızlar “kara kımız” der­ler. Kara kımıza, sağmal karıştırmak suretiyle hafif ve orta kımızlar yapılır (Uluğtuğ 1939: 7). Deve sütüne kısrak sütü karıştırılarak bir nevi kımız ya­pılır ki, buna “kımran” veya “kumran” deniliyor (Uluğtuğ 1939: 8).

Kımız yapmak için sütü sağılacak kısrakların özel olarak en iyilerinden yetiştirilmesi, özel olarak beslenmesi, itinalı bir şekilde bakılması gereklidir. Bunun yanısıra kısrakların yaşadığı ortam, iklim, yediği ot, içtiği su ve ço­banın deneyimi de kımızın yapımına etki etmektedir. Kımızda kısrak sütü­nün kalitesi, beklediği zaman ve hazır­lama tekniği de önemli bir yer tutmak­tadır (İsmail 2002: 387-388).

Kımız Türleri

Hayvanların sütünden yağ, yo­ğurt ve peynir yapıldığı bilinmektedir. Özellikle yoğurdun ve peynirin çok çe­şidine rastlanmaktadır. Aynı şekilde kısrak sütünden yapılan kımızın da çeşitleri bulunmaktadır. Bunlar kıs­rağın otlamış olduğu zamana, kulun­lama durumuna yapılışları esnasında bekletilme sürelerine göre farklılık göstermektedirler. Hatta kalite du­rumları da yukarıda belirtilen husus­larla doğrudan bağlantılı görülmekte­dir.

Kımız Kıpçak çevresinde üç ana gruba ayrılmaktadır. Bunlar sağmal, erek ve kara kımızdır. Sağmal kımız taze sütten yapılmaktadır. Erek kı­mız kara kımıza sağmal, yani taze süt karıştırılarak yapılan kımızdır. Kara kımızsa, en sert kımız çeşididir. Bu, eski kımız olarak da kabul edilmek­tedir. Buradaki kara sıfatı, renginin karalığından değil, özellikle onun etki kuvvetinin fazlalığındandır. En iyi yapılan kımızın rengi açık ve mavi kö­püklüdür (Uluğtuğ 1939: 10).

Kazak kültür çevresindeki kımız çeşidi tasnifi daha farklıdır. Burada sağmal, ağız, bal, kunan, tünemel, cuvas, kısırın, korabalı, sarı, sirge cıyar gibi kımız çeşitlerinden söz edilmek­tedir. Ekşimeye başlayan ve ekşi kı­mıza yeni sağılan kısrak sütünü katıp pispekle dövülerek hafifleştirilen ekşi kımıza sağmal (olmamış) kımız denil­mektedir. İyice dövülüp karıştırılan, içine at ve koyun yağı katılarak tam kıvamına gelmiş kımız için bal kımız tabiri kullanılmaktadır. Üç gece, gün­düz boyunca ekşitilen kımızın adı kunan kımızdır. Kor denilen, mayası bol olan sabaya kısrak sütü konularak, iyice dövülüp karıştırılan ve ertesi günü içilen kımıza tünemel kımız de­nilmektedir. Üzerine sağmal katılıp, yavaş ekşitilen ve gücü hafif olan kı­mız cuvas kımızdır. Kısır kalan, fakat tayı emen kısrakların sütünden ekşiti­len kımızın adı kısırın kımızdır (İsma­il 2002: 388). Bol kor mayanın üstüne hergün yeni süt katılıp, birkaç gün üst üste toplanan kımız için korabalı kı­mız tabiri kullanılmaktadır. Temmuz ayında atların tamamen büyüyüp, kısrakların semirmeye başladığı za­man elde edilen kımız, sarı kımızdır. Sonbaharda kısrakları serbest bırak­madan birkaç gün önceki son kımıza sirge cıyar kımız denilmektedir (İsma­il 2002: 389).

Kımız Kullanımı

Kımız, Türklerin yaşamış olduğu çevrelerde en çok kullanılan içecek tü­rüydü. Günlük hayatta aile bireyleri arasında içildiği gibi, çeşitli toplantı ve bayramlarda da en çok tüketilen içecekti. Kımız, kadın, erkek ve çocuk olma durumuna göre tüketiliyordu. Kadın, çocuk ve yaşlılar sağmal kımı­zı içiyorlardı. Erek kımız orta yaşlılar ve zayıf yapılı erkekler tarafından tü­ketiliyordu. Kara kımızı ise yiğitler içiyordu. Erek kımız aynı zamanda konuklara sunuluyordu. Fakat bu sa­yılanlara uymak gibi bir zorunluluk bulunmamaktaydı (Uluğtuğ 1939: 11).

Türkler at etine olduğu gibi, kı­mız adı verilen bu içkiye çok düşkün idiler (Sümer 1983: 3). Türkler kımı­za büyük değer vermekteydiler. Kımız her zaman serin durmakta, susuzluğu ve açlığı gidermekteydi (Radloff 1954: 460). Bu özelliğiyle kımız sadece bir içki değil, aynı zamanda doyurucu ve besleyici bir gıda idi. Tatarlar kımızları oldukça başka bir gıdaya ihtiyaç duymamaktaydılar (Dawson 1955: 97).

Kımızdan az miktarda içildiğin­de, içen kişi bütün kaygılardan, kötü düşüncelerden kurtulmaktaydı. Çok miktarda içen, gayet tatlı bir uykuya dalmaktaydı. Uyandığı zaman kendini mutlu, rahat ve dinç bulmaktaydı. Kı­mız kullanımında başka bir yiyeceğe ihtiyaç duyulmamaktaydı. Çünkü in­san vücudunun beslenmesine yarayan bütün gıda maddeleri kımızda bulunu­yordu (Uluğtuğ 1939: 11).

Kımız yalnız toplum hayatında değil, destanlarda da önemli bir yere sahipti. Dede Korkud destanında Dirse Han’ın verdiği toy şöyle anlatılıyor: “Aç görse doyurdu, yalın görse donat­tı; borçluyu borcundan kurtardı, depe gibi et yığdı; göl gibi kımız sağdırdı” (Gökyay 2007: 27). Burada sağdırılan kımızın toya katılanlara sunulması söz konusuydu. Bol miktarda et yanın­da, aynı şekilde kımız vardı.

Manas destanında, ölüm döşeğin­de yatan Han Kökütey, halkına vasiyet­leri arasında: “Halkım, ilim, gözlerim yumulduğu zaman vücudumu kımızla yıkayın” diyor (İnan 2006: 181). Böyle bir vasiyet ancak toplum hayatında kı­mızın önemli bir yer tutmasıyla açıkla­nabilir. Radloffun kımızdan “ilahi içki” olarak söz etmesi (Radloff 1954: 460), kımızın bütün bir araya gelinen toplan­tılarda büyük bir saygıyla içilmesinin yanında, destanî bilgiye göre ölenlerin kımızla yıkanmasını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Kımızın yaşarken olduğu gibi, ölümde de önemli bir yer tuttuğu anlaşılmaktadır.

Toplum hayatında önemli yer tu­tan kımızın içilmesinin de belirli ku­rallarının olduğu bilinmektedir. Radloff, Kazakların kımızı nasıl içtiklerini şu şekilde belirtmektedir: “Kımız su­nulurken, ona büyük bir saygı gösteri­lir. Onu ancak erkekler sunar ve bu işi ya ev sahibi kendisi veya evin en yaşlı akrabası yapar. Evde mevcut en iyi kap her türlü tozdan temizlendikten sonra, ev hanımı bunu kımızla doldu­rarak evin efendisine sunar. O zaman evin içerisinde büyük bir sessizlik hü­küm sürer. Sonra porselen veya cilalı ağaç kaplarla misafirlere takdim edi­lir. Saygıdeğer bir misafire kımızdan başka bir içki sunmak, onu tahkir et­mek demektir” (Radloff 1954: 461).

Kımız, Hanların saraylarında da belirli kurallara göre içiliyordu. 17. yüzyılda Özbek Hanının sarayında yapılan törenlerde ikrama katılanlar belirli rütbe sırasına göre yerleştiri­liyorlardı. Kımız da bu sıraya uygun olarak içiliyordu. Önce Han, sonra sağ ve solundakiler belirli bir sıraya göre kımız içiyorlardı (Potapov 1960: 71). Bu şekilde belirli bir düzene göre oturma ve kımız içmenin eski bir ör­neği Hun Hakanı Attila’nın sarayında da uygulanmıştı. Attila, Bizans elçile­rinin bulunduğu törende yukarıdaki usule uygun bir düzenleme yapmıştır. Toplantı salonunun giriş kısmında el­çiler ayakta dururken, sakilerin ülke geleneklerine göre bir kapla elçilere geldikleri ve oturmadan önce selam­lama için içmek zorunda oldukları ve daha sonra kendilerine ait yere geç­tikleri belirtilmektedir. Attila’nın sa­rayında bir oturma düzeninin olduğu ve herkesin bu düzene göre oturduğu açıklanmaktadır. Herkesin yine belirli bir düzen dâhilinde içki içmelerine de dikkat çekilmektedir (Durmuş 2013: 932-93).

Çeşitli Türk toplulukları çok eski devirlerden başlamak üzere, yılın be­lirli dönemlerinde gerçekleştirilen toplantılarda da kımız içmekteydiler. Asya Hunlarında yılın belirli dönemle­rinde toplantılar olmaktaydı. Her sene yılbaşında Hun büyükleri millet haya­tında ortaya çıkan milli ve idari önemli meseleleri halletmek, gelecek sene için kararlar almak üzere toplanırlardı. Bu toplantıda bazen kanun mahiyetinde kurallar da konulurdu (De Groot 1921: 59). Sonbaharda bütün asker bir yerde toplanırdı. Bu toplantıda bütün asker­lerin ve atların sayısı, savaş kabiliyeti belirlenir, umumiyetle savaşa dair iş­ler görüşülür ve askeri eğitimler ma­nevralar yapılırdı (De Groot 1921: 59). Dini ve milli toplantı senenin beşinci ayında yapılırdı. Bu toplantı esnasın­da Hunlar Tanrı’ya, yer ve suya saygı gösterir, ataları için kurbanlar keser­lerdi (De Groot 1921: 59). Bahar bay­ramı olarak dikkati çeken bu toplantı esnasında halkın tamamının katılımı söz konusuydu. Bayramın müsabaka ve eğlence kısmında ise at yarışları yapılıyordu. Varış kulvarı olarak da bir ormanın etrafı veya yere çakılmış ve işaret vazifesi gören ağaç dalları ile belirlenmiş bir mekân seçilmekteydi (Eberhard 1996: 76).

Gök Türklerde de çeşitli bayram ve törenlere rastlanılmaktadır. Gök Türkler her yıl belirli bir dönemde “ec­dat mağarası”nda beşinci ayın ikinci yarısında “Tanrı” ve “kutsal yer ve su” için kurban kesiyorlardı. Kurbandan sonra da eğleniyorlardı. Kızlar bilhas­sa ayak topu oynamaktaydılar. Kısrak kımızı içmekteydiler. Sonra şarkı söy­lemekteydiler (Eberhard 1979: 52).

Türkler arasında kutlanan bahar bayramları kültürel süreklilik içinde hep devam ede gelmiştir. Toplumun tamamını ilgilendirdiğinden bütün topluma ait olmuştur. Özellikle yeni yılın başlaması herkesi ilgilendir­miştir. Kışın soğuğundan, karından kurtuluş; yeşeren, can bulan tabiata duyulan sevgi bahar bayramlarını şe­killendirmiştir. Tabiattaki değişiklik tarih boyunca milletlerin, özellikle Türk milletinin hayatında dönüm nok­tası olmuştur. Mevsimlerin başlangıcı veya bitimi bu bayramların temelini oluşturuyordu. Bayram günlerinin belirlenmesiyle de çeşitli törenler ve eğlenceler ortaya konuluyordu (Çay 1989: 44).

Günümüzde de çeşitli Türk top­lulukları tarafından mayıs sonların­da kımız bayramının yapıldığı bilin­mektedir. Kıpçak, Kırgız ve Kazaklar kımız bayramını bir hafta boyunca kutlamaktadırlar. Aileler birbirlerine kımız içmeye gitmekte, toplantılar­da çeşitli at yarışları yapılmakta ve oyunlar oynanmaktadır. Kahraman­lık destanları ve öğüt verici hikâyeler anlatılmaktadır. Ozanlar kopuzlarıyla şarkılar söylemektedirler. Yakutlar da aynı şekilde kımız bayramını kut­lamaktadırlar (Uluğtuğ 1939: 12-14). Kırgız ve Kazaklarda ilk kımız içme törenine “kımızmurunduk” adı verili­yor. Bu törende dua eden kimse, toplu­luğun en yaşlısı ve şerefli kişisidir. Bu tören mayıs ayının onbeşi ile yirminci günlerinde gerçekleştiriliyor (Uluğtuğ 1939: 16).

Kımızın Yararları

Kımızın insan bünyesine birçok yararının olduğu ve çeşitli hastalıkla­rın tedavisinde ilaç olarak kullanıldığı bilinmektedir. Ancak yazılı belgeler ışığında kımızın ilk kullanıldığı yıl­lardan itibaren yararı ve hastalıkların tedavisinde ilaç olarak kullanımı ay­rıntılı olarak bilinmemektedir. Buna rağmen bazı bilgi kırıntıları çok erken dönemlerde kımızın yararlı bir içecek olduğunu ve ilaç olarak kullanıldığını ortaya koymuştur. Çin kaynaklarında “lo” olarak belirtilen kımızın çıbanları iyileştirdiği ve en iyi ilaç olduğu ifade edilmektedir (Eberhard 1940: 285). Kazakların ünlü halk şairi Cambıl ise, “cezbeden ekşi, lezzetli, sarı kımız, hastaya şifa, sağa kuvvet, ilaç kımız” demek suretiyle kımızın yararına, te­davi edici ve kuvvet verici özelliğine dikkat çekmektedir (İsmail 2002: 389).

Kmızın insan bünyesine birçok faydasının olduğu modern araştırma­larla da ortaya konulmuş bulunmak­tadır. Süt ve sütten yapılan besinlerin vücuda güç verdiği bilinmektedir. Ma­yalanmak suretiyle elde edilen kımız, değerli bir besin maddesi olmasının yanısıra, insanda yaşlanmayı geciktir­mekte ve vücuda zindelik vermektedir (Ilgar 1990: 7). Kımız hastalıkları iyi­leştirici bir özelliğe sahiptir. Bu kap­samda, onun hazmının kolay, besin değerinin yüksek olması, hastanın iştahını ve vitaminlerden yararlanma­yı artırması, antibiyotik özelliğine ve özel niteliklere sahip olması sayılabilir (Yaygın 1992: 64-67).

Kımızın birçok hastalığı tedavi ettiği bilinmektedir. Mide, bağırsak rahatsızlıkları ve akciğer veremini iyieştirmektedir. Ayrıca kansızlık, yorgunluk ve iştahsızlığa karşı iyi bir ilaç olduğu anlaşılmaktadır (Yaygın 1999: 180-181). Kımızın kanı temizle­yen, sinir sistemlerini sağlamlaştıran ve bütün vücuda sağlık veren değerli bir gıda olduğu bilinmektedir (Markov 1945: 10). Kımızın böbrek sistemle­rinde de olumlu etkisi görülür. Bünye iyi bir şekilde yıkanır ve temizlenir. Kımızla tedavide bütün hastaların ki­losu artar. Kımız, “besler, sağlamlaştı­rır ve tazeler” (Ogorodnikov 1945: 28). Kımız özellikle verem hastalığının te­davisinde iyileştirici rol oynar (Güleç 1955: 570).

Sonuç

Türklerin atı ehlileştirip, binek hayvanı olarak kullanmaları Dünya tarihinde önemli bir gelişme olarak görülmektedir. Bununla birlikte at, Türklerin hayatında ilk sırayı almış­tır. Bozkır Türkleri atı yalnız binek hayvanı olarak av, sürü ve akında kul­lanmamış, aynı zamanda etinden ve sütünden de yararlanmışlardır. Atın sütünden kımız yaparak, içmesini öğ­renmişlerdir. Tarihi kayıtlarda İskit, Hun ve Gök Türk gibi eski Türk toplu­lukları tarafından kımız yoğun olarak kullanılmıştır. Günümüzde ise Kazak­lar, Kırgızlar ve Yakutlar başta olmak üzere, çeşitli Türk toplulukları tarafın­dan kımız sevilerek içilmektedir. Bu itibarla kımız geniş bozkır coğrafyası üzerinde çok geniş zaman diliminde Türk toplulukları tarafından bilinen, üretilen ve sevilerek tüketilen bir içe­cek olarak bilinmektedir. Bu nedenle kımızın geçmişten günümüze kadar kullanıldığı kültür coğrafyası Türkle­rin yaşamış oldukları coğrafyadır.

Kımız mayalanarak yapılan bir Türk içeceğidir. Geniş kültür coğraf­yasında süt ve sütten yapılan yoğurt, peynir ve ayran gibi süt ürünleri ara­sında kımız üretim ve tüketim bakı­mından ilk sırayı almıştır. Özellikle at sütünün mayalanarak belirli bir işlemden geçirilmesiyle bol miktarda kımız üretimi gerçekleştirilmiştir. Bol olarak üretimi ve tüketimi yapılan kı­mızın çeşitleri de ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede çocuk ve kadınların içtiği kımızla genç ve kahramanların içtiği kımız arasında bir fark da bulunmak­tadır. Kahramanların içtiği kımızın daha sert olduğu anlaşılmaktadır. Kı­mız toplumda herkes tarafından tüke­tildiğinden Türklerin millî içeceği ola­rak görülmektedir.

Kımızın çok eski dönemlerden iti­baren insan bünyesine önemli katkılar sağladığı belirlenebilmiştir. Kımızın öncelikle vücudun direncini artıran, bağışıklık sistemini güçlendiren, vü­cuda kuvvet veren, zayıfları şişman­latan, içildiğinde uzun süre tok tutan bir içecek olma özelliğine sahip olduğu anlaşılabilmiştir. Kımızın vücudu yenileyici ve gençleştirici bir takım özel­liklere sahip olduğu da anlaşılmıştır. Bunlardan başka birçok hastalığı te­davi özelliğine sahip olduğu ortaya ko­nulmuş durumdadır. Mide ve bağırsak rahatsızlıkları, verem, cilt üzerinde ortaya çıkan rahatsızlıklar vb. kımızın insanları sağlığa kavuşturduğu tespit edilmiştir. Türk kültür çevresi dışında Ruslar ve Almanlar da kımızla hasta­ları tedavi etmek için sanatoryumlar kurmuşlar ve kımızın tedavi edici ve besleyici özelliğini kavramışlardır.

Kımız, Türkler tarafından birey­sel olarak tüketildiği gibi, toplu ola­rak da tüketilmiştir. Küçük ve büyük toplantıların yegâne içeceği kımız olmuştur. Hükümdarların saray ve otağlarında gerçekleştirilen ulusal ve uluslararası toplantılarda kımız ön plana çıkmıştır. Bahar ve sonbaharda yapılan büyük toplantılarda da çeşitli eğlenceler düzenlendiğinde kımız da en çok tüketilen içecek olma özelliğini korumuştur. Günümüzde birçok Türk topluluğu tarafından baharda yapılan törenlerde kımız en çok tüketilen içe­cektir. Türk toplulukları kımızı adeta ilahi bir içecek olarak görmüşlerdir. Bir Türk içeceği olan kımız, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de önemini korumaktadır. Günümüzde de kımızın toplantı ve eğlencelerin vazgeçilmez içeceği olması onun değerini açık ola­rak ortaya koymaktadır.

Prof. Dr. İlhami DURMUŞ

Gazi Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, Ankara/Türkiye, ilhamidurmus@ gmail.com


KAYNAKLAR
♦ Bleichsteiner, Robert. “Zeremonielle Trinksitten und Raumordnung bei den turko -mongolisc- hen Nomaden”, Archiv für Völkerkunde, 6-7, (1952), s. 181-
♦ Çay, Abdulhaluk M. Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1989.
♦ Dawson, Christ The Mongol Mission, London: Sheed and Ward, 1955.
♦ De Groot; Johann Jacob Maria. Die Hunnen der vorchristlichen Zeit, Berlin: Walter de Gruyter, 1921.
♦ Durmuş, İlhami. Türk Tarihinin Öncüleri: Alp Er Tonga, Tomris, Mo-tun, Attila, Bilge Ka­ğan, Ankara: Akçağ Yayınları, 2013. Eberhard, Wolfram. “Kitablar ve Mecmualar”, Ülkü, XVI, 87, Mayıs 1940, s. 285- Eberhard, Wolfram. “Çin’de Kımız ve Yoğurdun Yapılması Meselesi Hakkında”, Ülkü, XVI, 93, Kasım 1940, s. 207-210.
♦ Eberhard, Wolfram. Kultur und Siedlung der Randvölker Chinas, Leiden: E. J. Brill, 1979. Eberhard, Wolfram. Çin’in Şimal Komşuları, An­kara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1996. Ercilasun, Ahmet ve diğer. Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü, I, Ankara: Kültür Bakan­lığı Yayınları, 1991.
♦ Eren, Hasan ve diğer. Türkçe Sözlük, II, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1988.
♦ Gökyay, Orhan Şaik. Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2007.
♦ Güleç, Azmi. “Eski Türk Hayatında Kımız ve Sağlıktaki Önemi”, Türk Dili, IV, 45, 1955, 567-
♦ Gülensoy, Tuncer. Türkiye Türkçesindeki Türk­çe Sözcüklerin Köken Bilgisi, I., Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2007.
♦ Herodot Tarihi, (çev. Müntekim Ökmen), İstanbul: Remzi Kitabevi, 1991.
♦ Airs, Waters, Places, (çev. W.H.S. Jones), Cambridge: Harvard ÜniversityPress, 1995.
♦ İlyada, (çev. Azra Erhat), İstanbul: Sander Kitabevi, 1967.
♦ Ilgar, Hayrani. Türkiye’de Kımız, İzmir: Uğur Ofset, 1990.
♦ İbni Mühenna. İbni Mühenna Lugati, (Haz. Aptullah Battal), Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1997.
♦ İnan, Abdülkadir. Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 2006.
♦ İsmail, Zeyneş. Kazak Türkleri, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002.
♦ Kaşgarlı Mahmud. Divanü Lugat-it Türk, I- IV, (çev. Besim Atalay), Ankara: Türk Tarih Ku­rumu Basımevi, 1992.
♦ Liu Mau-Tsai. Die chinesischen Nachrichten zur Geschichte der Ost-Türken (Tu-Küe), I.; Wi- esbaden: Otto Harrassowitz, 1958.
♦ “Kımız ve Uzviyete Tesiri”, Kımız, (çev. F. Laçinay), İstanbul: Işık Matbaası, 1945.
♦ Mustafayev, E. M. V. ve diğer. Rusça-Türkçe Sözlük, Moskova: Sovetskaya Entsiklopediya Yayınevi, 1972.
♦ Nemeth, Gyula. “Türklüğün Eski Çağı”, Ülkü, XV, 90, Ağustos 1940, 509-
♦ Ogorodnikov, V. K.- F.O. Şvey. “Kımızın Hasta­lıklardan Koruyucu Hassası ve Tedavideki Yeri”, Kımız, (çev. F. Laçinay), İstanbul: Işık Matbaası, 1945.
♦ Potapov, L. P. “Göçebelerin İbtidai Cemaat Ha­yatlarını Anlatan Çok Eski Bir Adet”, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi, XI, 15, 1960, 71-
♦ Radloff Wilhelm. Sibirya’dan, (çev. Ahmet Temir), İstanbul: Maarif Basımevi, 1954.
♦ Strabon, The Geography of Strabo. (çev. Horace Leonard Jones), Cambridge: Harvard University Press, 1995.
♦ Sümer, Faruk. Türklerde Atçılık ve Binicilik, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, 1983.
♦ Uluğtuğ, Nimet. Kımız, Ankara: Ankara Halkevi Dil, Tarih ve Edebiyat Şubesi, 1939.
♦ Yaygın, Hasan. Kımız ve Özellikleri, Antalya: Yeni Matbaa, 1992.
♦ Yaygın, Hasan. Yoğurt Teknolojisi, Antalya: Ak­deniz Üniversitesi Yayınları, 1999.
Bunları da beğenebilirsin
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.