Onlar, erkek egemen toplumların baş edemediği, savaşkan, ata binen ve ok atan Türk kadınları! Dede Korkut hikayelerinde, Amazonlar için ‘Alp Kızları’ ismi kullanılmaktadır.
Amazon kadınları, tarihi kaynaklara ve bir takım belgelere göre, Anadolu’nun kuzeyinde Karadeniz bölgesinde yaşadığı söylenen ve sadece kadınların oluşturduğu bir kavmin adıdır. Amazon kadınlarının oluşturduğu bu topluluk içinde erkeklere asla yer yoktur. Hatta bu kadınlar erkekler ile sürekli savaşan bir kavimdir ki, amaçları dişi egemenliğinin devamını sağlamaktır. Bu düşünceleri sayesinde Amazon kadınları, günümüz kadınlarının adından sıkça bahsettiği bir konu olmuş hatta feminist düşüncenin sembolü haline gelmiştir. Öyle ki Amazon kadınlarına ait bir çok efsanenin, filmin ve romanında var olması onlara olan ilgiyi açıkça göstermektedir.
DEDE KORKUT HİKAYELERİNDEKİ ‘ALP KIZLARI’ KİM?
Dede Korkut hikayelerinde Amazonlar için ‘Alp Kızları’ ismi kullanılmaktadır. Amazonların Kafkaslarda yaşadıkları iddialar arasındadır. Halikarnas Balıkçısı’nda ise Amazonlarla alakalı olarak şöyle anlatımlar yer almaktadır. “Amazonlar, erkek çocukları öldürmemiş, büyüdükleri zaman başkaldırmasınlar diye kollarını bacaklarını kırarak kötürüm etmişlerdir. Erkeklere yün eğirmeyi, yemek pişirmeyi ve ev işlerini görmeyi öğretmişler. Ama çok geçmeden kolu kanadı kırık, yamrı yumru erkeklerden de hoşlanmaz olmuşlar. O zaman komşularıyla savaşta tutsak ettikleri erkekleri bir süre kullandıktan sonra öldürmeyi âdet edinmişler. Daha sonraları ise komşu kabilelerle bir anlaşma yaparak her ilkbaharda tarlalar sürülüp tohumlar ekildikten sonra Amazonlar, komşu kabilelerin delikanlılarını sınır boyunca davet etmeye başlamışlar. Ekinler bereketli olsun diye sürülmüş toprağın saban izleri üzerinde erkeklere kavuşurlarmış. Amazonlar doğan çocukların kız olanlarını alırlar, erkek olanları ise komşu kabilelere geri verirlermiş.”
Mora Yarımadası’nda ve Anadolu’nun bir çok yerinde İzmir, Şanlıurfa gibi, Amazon kadınlarının resmedildiği tarihi kabartma, taş ve motiflere rastlanmıştır. Hatta İzmir’in Smyrna olan eski adının bir Amazon kadını ismi olduğu rivayetler arasındadır. Hitit eserlerinde de Amazon kabartmaları oldukça yaygın olduğundan bir takım tarihi görüşlere göre Amazon kadınlarının Hititler’in dişi rahipleri olduğu ileri sürülmüştür. İlk çağ tarihçilerinden olan Diodoros ve coğrafyacı Strabon da eserlerin de Amazon kadınlarına yer vermiştir. Türk edebiyatında ise Halikarnas Balıkçısı tarafından yazılan ‘Anadolu Efsaneleri’ adlı kitapta Amazonlara ait, detaylı bilgiye yer verilmiştir.
Amazon kadınları, Yunan halkıyla iyi ilişkiler kuramamış ve onları daima düşman olarak görmüş öyle ki bu Truva savaşında, Yunanlılara karşı Truva ile ittifak yapmaya kadar gitmiştir. Yunan halkı da Amazonlara iyi gözle bakmayıp onları aşağılayıcı bir çok benzetmelerde (erkek düşmanı, soyguncu, yağmacı, erkek öldüren gibi) bulunmuştur.
Ancak Yunan nefretinin asıl nedeninin, Anadolu coğrafyasında kadın, değer görürken, Antik Yunanistan da kadınların toplumda yeterince değer görmeyip, çeşitli haklardan mahrum bırakılmasından kaynaklandığı, ihtimaller arasındadır.
Çoğu kişi bu cezbedici kadınların varlığına sonuna kadar inandı ama bir kısım insan da bunun bir efsaneden öte gidemeyeceğini çünkü yaşamış olamayacak kadar muhteşem olduklarını düşündü.
Erkeklerin kadını alt eden dünyasında, erkeğe meydan okuyan, erkeklerle sadece yılda bir kez çiftleşmek için bir araya gelen, eğer erkek bebek doğururlarsa da bu bebekleri sakatlayıp öldüren acımasız asiler…
KURGANLARDAN ÇIKAN GERÇEK
Ancak efsane artık gerçek! Onlar, erkek egemen toplumların baş edemediği, savaşkan, ata binen ve ok atan Türk kadınları! Evet, yanlış okumadınız, Amazonlar Türk çıktı. Araştırma, Amerikalı bir arkeolog olan Dr. Jeanine Davis Kimball’a ait. 1994 yılında Kazakistan’da yaptığı kazılar neticesinde, Amazon kadınlarının bir efsane olmadıklarını, gerçekte konargöçer Türk boyları içinde yaşadıklarını ve bu zamana kadar efsane olarak önümüze sunulanlardan çok farklı bir yaşam tarzına sahip olduklarını ortaya koydu. Çalışmasını “Savaşçı Kadınlar Amazonlar” adı altında bir kitapta toplayan Dr. Kimball’ın kitabının Türkçesi İleri Yayınevi tarafından ocak ayında basıldı.
Davis Kimball bu buluntularla yetinmedi. Aklına tahrik edici bir soru düşmüştü. Acaba bu kurganların bölgede halihazırda yaşayan konargöçerlerle bir ilgisi olabilir miydi? Dr. Kimball’ın günümüz konargöçerlerinde gözlemlediği kadarıyla, ustalaştıkları ilk vasıf at sürmekti. Tanrı Dağları’nda ve Altay Dağları’nda yaşayan Moğolları ve Kazakları çocuklarına at sürmeyi öğretirken izlemişti. Çocuk bir yaşına geldiğinde baba, oğlunu yahut kızını eyere oturtur ve çocuk atını sürerken o da aşağıdan atı tutardı. Küçücük kız çocuklarının atın üstünde kıkırdayıp güldüklerini ve saatlerce atın üstünden inmediklerini gözlemlemişti. Acaba bu çocuklarla, savaşçı Amazonların bir ilgisi olabilir miydi?
Kazakistan’da yaşayan bu göçebe Türklerin hayatını daha da merakla araştırmaya başladı. Kadim zaman konargöçerlerin ataerkil aile yapılarının aksine, kadın erkek ve çocukların birlikte çalıştıklarını görüp, hayrete düştü. Bu insanlar, eşitlikçi bir toplum oluşturmuşlardı. Baskıcı Ruslar ve katı biçimde erkek merkezci olan İslam kültürü unsurlarıyla muhatap olmuşlardı. Ancak yine de hayat tarzlarını değiştirmemişler ve kadın erkek omuz omuza, hatta aynı işlerde çalışmaya devam etmişlerdi.
Dr. Kimball, Pokrovka kazılarında kurganın çeperi boyunca dizilmiş 22 tane at kafatasına da rastlamıştı. Mezarın içinde ise geniş hacimli, üzeri delikli tunçtan yapılma bir sandık keşfetmişlerdi. O zaman için bunlara bir anlam verememişti. Ta ki kaldığı Auldaki Kazak ailenin, kendi şerefine pişirdiği koyunu görene kadar. Mis gibi kokan et, doğrudan ateşin üzerinde duran ağzı açık bir kazan tertibatının içinde pişmekteyken, evin kızı, altı delikli bir tabağın yardımıyla et ve kemik parçalarını et suyunun içinden çıkarıp bir leğenin içine doldurdu. O an buldukları kalburun, 2 bin 500 yıl önce ne amaçla kullanıldığını kavrayıverdi. Büyük ihtimalle bir tören düzenlediklerinde at pişiriyorlardı. Onu suyundan ayırmak için de işte bu kalburu kullanıyorlardı.
Pokrovka’daki kazılar bir başka detayı daha ortaya koyacaktı. Dini bir vasfa sahip iskeletlerin hemen hemen tamamına yakını kadın, bulunan kadınların küçük bir bölümü de “rahibe” sınıfına mensuptu. Taş ve kilden yapılma sunaklar, fosilleşmiş deniz kabukları, kemikten oyma kaşıklar ve özel hayvan şekilleri verilmiş muskalarla birlikte gömülmüşlerdi. Bazılarında bunların hepsi birden oluyor, bazılarında ise sadece bir tanesi bulunuyordu. Bunun hiyerarşik farklılıktan kaynaklanıyor olabileceğini söyleyen Kimball, bulunan aşı boyası parçaları, sülüğen ve kireçtaşı cevherlerinin de törensel bazı makyajlar için olduğunu düşünmekteydi. Aslında tam da şaman kadınlarını tarif etmekteydi!
Yaşayan bir tarihtir yüzleşilen. Kurganlardan çıkan ruhani üstünlükleri olan savaşçı kadınlarla, Kazakistan ve Moğolistan’daki kadınların yaşam tarzı arasında pek bir fark yok gibidir… Meryemgül ve onun gibi sarışın Türkler onlardır, gerçek Amazorlar!
Alıntı Kaynak: Yeniçağ Gazetesi