Türk Tarihi

TUVALARIN ESKİ GELENEKLERİ

0 1.973

A. İNSAN HAYATI

  1. Eski Tuvaların İnsan Hayatını Bölümlere Ayırması

Eski Tuvaların insan ömrünü çeşitli bölümlere ayırması, onların asırlarca ko­nar göçer olarak yaşamasının getirdiği geleneklere dayanır. Avlanmak, besi hay­vanı beslemek ve ekin ekmek Tuvalıların eskiden beri gelen, bu yüzden insanla­ra küçüklüğünden öğretilmesi gereken geleneklerdendir.

Eski Tuvalar insan ömrünü Yedigir’e benzetir. “Geceki gök yüzünde Yedigir bazen kaybolup bazen görünse de, onlar yedi sayısını yitirmez.” diye halk ara­sında bir söz var. Tuvalar insan hayatını yedi bölüme ayırmışlar:

Birincisi: Bebeklik çağı. Bir yaşından üç yaşa kadardır. Üç yaşına kadar be­beği acıktırmamak, üşütmemek, korkutmamak ve annesinden ayırmamak.

İkincisi: Çocukluk. Üç yaşından on beş yaşa kadar olan dönem. Beş yaşın­daki kızlar keçiyi sağabilmek, beş yaşındaki erkek çocuklar oğlak ve kuzuları ot­latabilmek. On dört yaşındaki erkek çocuklar hayvanları kesebilmek, derisini yüzüp, etini kemiğinden ayırabilmek. On yaşındaki kız çocukları kesilen malla­rın içini temizleyebilmek.

Üçüncüsü: Gençler. On altı yaşından yirmi dokuz yaşına kadar ki hayatı içi­ne alır. Bu çağda insanlar evlenirler. Çoluk çocuk sahibi olurlar ve kendi hayat­larını kurarlar.

Dördüncüsü: Orta yaş. Otuz yaşından kırk beş yaşına kadar olan insanlar bu gruptandır. Bu çağdaki insanlar düğün olan yerlere gidebilir. İki kadeh içki içe­bilir. Dua eder. Uzak yerlere gidebilir.

Beşincisi: Büyükler. Kırk altı yaşından altmış bir yaşa kadar olan insanlar bu gruba girer. Bu çağdaki insanlara Tuva geleneğinde aklı başında, tecrübeli in­sanlar denir.

Altıncısı: İhtiyarlar. Altmış bir yaşından seksen bir yaşma kadar olan insan­lar bu gruba girer. Meleklerin misafir olarak gelmesini geçiştirerek yaşayan, ha­yatın zorluklarını atlatarak ayakta kalmayı başarmış kişilerdir.

Yedincisi: Dermansızlık dönemi. Seksen bir yaşından ölene kadar olan za­manı içine alır. Bu çağdakiler akrabalar için de, uzak kişiler için de saygıda ku­sur edilmemesi gereken insanlar olarak görülür.

İnsanın yapması veya yapmaması gereken şeyler hayatının bu yedi bölümü­ne göre düzenlenmiştir. Tuva insanının yedi bölümlük hayatının her devresinde Yedigir yıldızı onu gözetlemektedir. Bu yüzden Yedigir’e yalvarır, yakarır. Hemçik halkı şu şekilde şarkı söylemektedir.

Çerivistin urugları
Çetçe-dir be, mendi-bir be,
Çedi-sıldıs Dolaan Burgan
Örü-dür be, Kudu-dur be.

Yurdumuzun çocukları Yeterli mi, sağlıklı mı? Yedi yıldız Dolaan Tanrı Yukarda mı, aşağıda mı?

  1. İnsan Kalbi Kırılmaz

Eski Tuvalar anneyi “Tanrı” olarak görmüşler. Aydınlık yeryüzünde anne ka­dar merhametli canlı yok. “Annesinin kalbini kıran evlât, girecek yer bulamaz.” diye atasözü var. Oğul da, kız evlât da annesinin adını doğrudan söylemez. Ay­rıca, yaşlıların ve saygıdeğer insanların adı da doğrudan söylenmez. Adın yanı­na bir yumuşatma veya saygı ifadesi olan söz eklenir.

Bebeğin salıncağı itina ile korunur. O, yere düşürülmez, düşürülürse çocuğun ruhu çekilir. Gerçekte ise salıncak insanın doğduktan sonra ilk yuvasıdır. Bu yüzden eski Tuvalar salıncağı kıymetli bir eşya olarak görmüşler ve onu bozup kırmamışlardır.

Ölünün bulunduğu çadıra çocuklar gidemez. Ölen insanı gömerken gürültü çıkarılmaz, bir şey yiyip içilmez. Yas tutan insanların yanına gidilirken sigara alınır ve yastaki insanlarla birlikte içilir. Birisinin öldüğü yerde esrik görülen ki­şilere “şeytan çocuğu” denir ve kötülenir. Ölen insanın adını doğrudan anmak ta­mamıyla yasaktır.

Eski Tuvalar çocuk ruhunu oyuncakla bir görmüşlerdir. Bu yüzden oyuncak­lar kırılmamak ve onunla alay edilmemelidir. Oyuncak bebekler elbisesiz olma­malıdır.

Çocuklar ve gençler, büyüklerle söz yarıştıramazlar. Çadırın yanında ıslık çalamazlar. Şeytanın kulağı çok keskindir. Bu yüzden önce ıslık olan yere gelir. Evin yanında çağırıp bağırma bütünüyle yasaktır.

Kavga, dövüş olan yerlerde kara belâ vardır. Bebeklerin, çocukların, gençle­rin kavga olan yere varmaları yasaktır. Kötü sözün olduğu yerin yakınından bi­le geçmemelidir. Şamanın sundurmasının yanına; bebekler, çocuklar, gençler ve büyükler varamazlar. Şamanın sundurması bozulmaz. Çünkü Şamanın bedduası sundurmasını bozan kişiyi etkiler ve o kişi ölür. O kişinin akrabalarına da zarar gelir.

Eski Tuva geleneklerinde içki içmek yasakmış. İçkiye saygı içeceği denirmiş ve kutlama olan yerde, saygıdeğer kişilerin geldiği durumlarda sadece iki kadeh içilirmiş. Hiç içmeyenleri de kimse kınamazmış. Kocaya varmayan kız, kadın al­mayan erkek ise kesinlikle içki içmezmiş. Erkekler ancak otuz yedi yaşından sonra, kadınlar kırk dokuz yaşından sonra içki içebilirlermiş. Bu içki de ancak iki kadeh olabilirmiş. Sarhoş oluncaya kadar içki içenlere “mirit” (budala) der­lermiş ve bu tür kişiler; düğünlere ve kutlamalara davet edilmezmiş.

Sıradan kişiler Şamanları taklit edemezlermiş. Sıradan bir insanın göremedi­ğini Şaman görür, duyamadığını duyar derler. Eğer birisi Şamanı taklit ederse, o Şamanın putları o kişiyi öldürür, ocağını kurutur. Sıradan insan Lamaları da tak­lit edemez.

Başka kişilerin elbisesi giyilmez, etine sahip olunmaz ve malı çalınmaz. İn­sanoğlu gazaplıdır ve bedduası tutar. Sahibi orada olmayan bir çadır içinde ku­zu derisinden elbise durur ve kimse ona el uzatmaz. Heybe içinde içki dolu ma­tara durur, onu kimse kımıldatmaz. Yakın yerde sahipsiz inek geceler, onu kim­se çalmaz. Tuva geleneğinde hırsızlık bütünüyle yasaktır.

  1. Öldürülmesi Yasak Olan Av Hayvanları, Kuşlar ve Balıklar

Tuva yurdunda avcılık en eski tarihten beri devam edip gelmiş. Bizim atala­rımız hayatlarını devam ettirmek, çoluk çocuğunu besleyip büyütmek, yokluk ve kıtlığa düşmemek için; karadaki av hayvanlarını, kuşları ve balıkları uygun şe­kilde avlayıp yemiş. Bütün bu av hayvanlarını gereksiz yere öldürmeyi yasakla­yan gelenekler de var.

Kuş yavruları öldürülmez. Kuşun yavrusu da insan yavrusu gibidir. Merha­met duygusu insanın küçüklüğünden başlar.

Köstebek deliğinin ağzına zehir koymak yasaktır. Atalarımız, yer altında ya­şayan hayvanların yuvalarının ağzına suyu akıtmazlarmış. Tarla faresi, sıçan, yı­lan, porsuk, köstebek delikleri kapatılmaz; çünkü bu saydıklarımız depremi ilk anlayan hayvanlardır.

İnine giren balıkları öldürmek yasaktır. Balıklar güzün inine giderken, yazın ininden çıkarken öldürülmez. Balıkların saklandığını suyun durgun yerleri, Tu­va inancında kutsal olarak görülür. Buzların arasında sıkışarak kalmış balıklar da öldürülmez. Bu tür balıklar yerlerinden alınarak nehrin akan yerlerine bırakılır.

Yavrusu olan kara avları da avlanmaz. Yavrusu olan ceylan, maral Tuva av­cılarınca öldürülmezmiş. Yavrusu bulunan av hayvanı dinlenirken ürkütülmez, uzağından geçip gidilir. Bu hayvanları öldüren kişinin çoluk çocuğu hastalanır. Eski Tuvalılar av hayvanını, kuşu ve balığı çok korumuştur ve esirgemiştir.

Tuvalılar kartalı nadir olarak öldürür. Kartal tüyleriyle ok atar, Şamanların börklerini süsler. Kartalın çevikliği, erkeğin yiğitliğine benzer.

Tuva’nın yüksek ormanlarında ak ayıyla seyrek karşılaşılır. Tuva avcıları ak ayıyı görünce ateş etmezler. Ak ayı insanın yolunu gösterir, bu yüzden öldürül­mez. Ayının adı da doğrudan söylenmez; çünkü ayı kulağıyla yerde olanları işi­tir.

Ormanın av hayvanları çok kar yağdığında, aç kurtlardan kaçmak için ağılın yanına kadar gelir. Bu hayvanlar da öldürülmez.

Kemirgenleri öldürmek yasak. Eski Tuva masallarında; tüm hayvanların ca­nını kemirgenler korurlar. Gök gürleyip, yağmur yağmaya başlayıp, yıldırım dü­şeceği zaman önce kemirgenin haberi olur ve bağırmaya başlayarak diğer hay­vanları haberdar eder. Diğer hayvanlar bu haberi alarak kendilerini korumaya alırlar.

Eşi olan turnayı öldürmek yasaktır. Günle gece, yerle gök, soğukla sıcak, er­kekle dişi tabiatın dengesidir. Onlar bu şekilde eşleşmiş olmasa hayat olmaz. Eş turna, eşinden ayrılırsa hayatı boyunca kendine eş bulamadan yaşar.

Ak, kara, kızıl kurdu öldürmek yasaktır. Eskiden Tuva yurdunda ak, kara, kı­zıl kurt çokmuş. Onları her gören öldürmüş ve neslini azaltmış. Kökbörü çoğa­larak, av hayvanlarına ve besi hayvanlarına düşman olmuş. Bu yüzden o öldürü­lür. Kızıl kurt gören insan çocuk toyuyla karşılaşır. Ak kurt gören insan uzun yo­la gider. Kara kurt gören insan matara ağzı açar (içki içer) derler.

Yaşlı yaban keçisini öldürmek yasaktır. Yaban keçisi sarp kayalarda yaşar. Yaşlandığında durmadan yatıp dinlenir. Genç yaban keçisi avcı gördüğünde sarp kayalar arasında kaybolur gider. Yaşlısı kaçamaz. Buna rağmen çukurluk alan­larda değil de dağın yüksekliklerinde yaşayarak yurdundan ayrılmaz.

Guguk kuşunu öldürmek yasaktır. Tuva’da guguk kuşuna “ıraajı” (şarkıcı kuş) derler. Çiçekler açıp, melez ağaçları kozalaklandığında, guguk kuşu muh­teşem yazı selâmlar. Guguk kuşunun öttüğü yerde süt fazla, çocuklar şarkılı tür­külü olur.

  1. Korunması Gereken Evcil Hayvanlar

Atın başına vurmak yasaktır. At barış zamanında insanın çevik gölgesi, savaş zamanında savaşçının güvenilir arkadaşıdır. At, yeryüzünde en yiğit, en güzel, en faydalı ve en çevik canlıdır. Dağlarda, derelerde geyik hızlı derler, at ondan daha hızlı. Düzlükte, ovada deve hızlı derler, at ondan daha hızlı. Atın başına vurmak, atasının başına vurmak demektir. Atının başına kamçı vuran kişi, öm­rünün geri kalanında şeytanların elinden kurtulamaz ve kara cehennemi boylar. Yeryüzünde yaratılan at insanın en faydalı arkadaşıdır.

Atın başı yere doğru çekilmez. Tuvalılar atının başını ağaç dalına bağlar. At­la yola gidilirse insanoğlu açlıktan ölmez. Eski Tuvalılar ölen atın başını ağaç üzerine asarlarmış. Ölen Şamanın cesedi çardağa bırakılırmış. Onların temiz ke­mikleri toprağa bulaştırılmaz derler.

Sakatlanmış geyik yere atılmaz. Toju halkının sevgili ve faydalı arkadaşı ge­yiktir. Yaralanmış veya ayakları çıkan, kırılan geyikler yere atılmaz. Geyiği ye­re atan insan en sevdiği arkadaşını yere atmış gibi olur.

Atın yelesi kesilmez. Tuva insanın ilhamı atının yelesinde saklıdır. Atının ye­lesini kesen insanın ruhu sıkılır.

Öküzün başına dizgin vurulmaz. Öküze burunluk takılır, semer vurulur. At eyerlenir ve dizgin vurulur. Hayvanların eşyaları birbirine vurulup takılırsa, ev­deki mallar kırılır.

Dişi deve yavrusundan ayırılamaz. Deveye “üzüntülü mal” denir. Yavrusu­nun öldüğü yere üç yıl boyunca gelir ve orada ağlar.

Koç boynuzu atılmaz. Koyunla at sıcak nefesli hayvanlardır. Koçun boynu­zu eşya asmak için askılık yapılır. Böyle yapılırsa insan zenginleşir.

İnek ve keçi soğuk nefesli hayvanlardır. İnek buz üstüne sürülmez, sürülürse ayaklarını kırar. Tok yaşamak isteniyorsa inek korunup esirgenmelidir.

Kutsal sayılan ata kamçı sallanmaz. Kutsal boyuna bıçak çekilmez. Kutsal at ve koyun ahırına bağlı, sahibine karşı müşfiktir. Kutsal at bulunan yılkıdan ku­lun, kutsal koyun bulunan sürüden kuzu çalınmaz.

Yak boğası kışın ahıra bağlanmaz. Yaka, “yabanî atalı mal” denir. Kışın en soğuk olduğu günlerde yak boğası dağların başına doğru çıkar. Soğuktan don­maz, kurttan korkmaz. Yabanî hayvan da, yak da, insan da kendilerine uygun yerlerde yaşamalıdır.

Tuvalılar besi hayvanının bağlandığı yeri baltayla kesmez, ağıl yıkılıp bozul­maz. Eyerli at ağıl yanında dinlenir. Sürü ahırın içinde huzurludur. Hayvancılık yapan insan; hayvanların yaşayacağı yeri, otlanacağı yeri, yatacağı ağılını dört mevsime uygun olarak hazırlar.

  1. Yere, Suya ve Göğe Karşı Yapılmaması Gerekenler

Tuvalılar göğü atası olarak görmüştür. “Mavi göğüm”, “Ak göğüm”, “Kara göğüm” diye Tuva insanı göğü kutsayarak yaşamıştır. Bundan başka evrende dokuz gök var. Bunlara sabahki çay saçılmazsa, mutluluk eksilir. Tuvalılar gök­yüzü hakkında kötü sözü kesinlikle söylemez. Ona sadece tapınır, yalvarır ve sa­çı sunar. Eski Tuvaların düşüncesine göre; mavi gök yeryüzündeki her şeyi gö­rür ve duyar. Dokuz göğün ucunda ak gök var. Orada “azarlar”, “hoorlar” adlı halk yaşar. O halklardan çıkan Şaman çok güçlüdür ve ateş edilmekle öldürüle­mez.

Eski Tuvalılar güneşe taparmış. İnsanın sağlıklı olması, tok yaşaması; yeryü­zünde yetişen ağacın, ekinin bol olması aydınlık güneşe bağlıdır. Güneşe doğru bakarak gevezelik edilmez, tükürülmez, bağırılmaz denir. Güneşe kötü gözle ba­kanların, cehenneme gittiğinde dilini keserlermiş.

Ulu Tanrı kuyruğunu salladığında yıldırım çakması; göğsünü hırıldattığında deprem olurmuş. Yıldırım çaktığında insan at üzerinde gitmez, giderse başına yıldırım düşer. Eski Tuvarlarda yağmur yağarken, gök gürlerken, yıldırım çakar­ken küçük çocuklar dışarı çıkarılmaz ve gürültü yaptırılmazmış.

Tuvalılar aya da tapınırmış. Atalarımız aya bakarak; havanın yumuşak veya sert olacağını bilirlermiş. Çıkan ayın durumuna bakarak; nasıl bir rüzgâr esece­ğini, yağışın kar mı, yağmur mu olacağını, havanın soğuk mu, sıcak mı olacağı­nı dosdoğru tahmin ederlermiş. Anne babalar öncelikle çocuklarına ayı gösterip havanın nasıl olacağını öğrettiklerinden, çocuklar havanın açılacağı zamanı bi­lirlermiş. Ay tutulduğunda öksüz erkek kişiyi bağırtarak, ayın rızası alınırmış. Aya tapınılmazsa gecenin geçip geçmeyeceği bilinmezmiş.

Eski Tuvalar yere “kitap” der. Yer ile insanın göbeği birbirine bağlıdır. Eski devirlerde çadır içinde bebek doğduğunda, bebeğin eşi, çadır içinde kazılan bir çukura gömülürmüş. Bu gelenek insanla toprağın birbirine bağlılığını gösterir­miş. Toprak kutsal, toprağı kazmak eşelemek yasaktır. Yerden biten çiçekleri koparmak da yasaktır. Çiçekle çocuğun ruhu eşittir. Bu yüzden eski Tuvalar çi­çekleri yolmazlarmış. Yer üstündeki dağları, nehirleri, bitkileri eskiden beri ko­rumuş ve esirgemiştir.

Yemişi olan bitkileri kesmek yasaktır. Siyah frenk üzümü, kızıl frenk üzümü, yaban mersini, çilek gibi meyveler toplanırken dalları koparılmaz, sadece mey­veleri alınır. Dağ servisini kesmek yasaktır. Kuş kirazı bulunan yerlerdeki ağaç­lar kesilmez.

Orman içinde oturulup ateş yakılan yerden ayrılırken, yakılan ateş söndürü­lür. “Ateşten artmaz” şeklindeki atasözü küçük çocuklara aileleri tarafından öğ­retilir. Avlanmaya çıkan avcılar, konakladıkları yerden ayrılırken, otağın ateşini söndürüp, çadırlarının yanını temizleyip, paklayıp ayrılırlar.

Tuzlu yer kutsaldır. Eski Tuvalar tuzu büyük nimetten saymışlardır. Tuzlu göller ve dağları kutsal kabul ederek bu bölgelere çadırlarını kurmamışlardır. Doğduğu yerin tuzundan tadan insan soğuktan hastalanmaz derler. Yere düşmüş bir tutam tuz görüldüğünde üstüne basması da yasaklanmıştır.

Akarsuya bent vurulmaz. Büyüklü küçüklü dağları olan Tuva’da büyüklü kü­çüklü ırmaklar vardır. Sarp dağlardan çıkıp akan küçük derelerde balık pek çok­tur. Bu tür suların önüne bent çekilmez. Irmağın, derenin önüne bent vurmak fa­kirleşmenin bir işaretidir. Eski Tuvalar ince dereleri; üzerine tomruklar atarak geçerlermiş. Daha büyük ırmaklar ise atla veya salla geçilirmiş.

Irmak suyuna çöp dökmek, leş atmak yasakmış.

Dalları birbirine değer iki ağaç birbirinden ayrılmaz. Orman içinde dalları birbirlerine girmiş iki ağaç yetişmişse; oranın insanlarının birbirleriyle ilişkileri derin olur derler. Bir kökten birden fazla gövde çıkar ise bu gövdeler kesilmez, çünkü; bu gövdeler o bölgenin zenginliğine işarettir.

Besi hayvanına otlatılacak yerler ayrılır ve korunur. Tuva kültüründe her tür­lü besi hayvanının farklı şekillerde otlatılması vardır. Otlaklar yılın dört mevsi­mine göre farklılık gösterir. Otlaklara ekin ekilmez, ateş yakılmaz ve civardaki ağaçlar kesilmez.

Su olmayan yere ekin ekilmez. Ekin; arkların, kanalların ulaştığı yere ekilir. Tuvalar eskiden beri arpa, buğday, yulaf yetiştirmişlerdir. Ekin içine giren dişi karaca öldürülmez, ürkütülerek kovalanır.

  1. Üç Yaşından On Üç Yaşına Kadar Erkek ve Kız Çocuklarının Yapmaması Gereken Şeyler

Annenin çoluk çocuğunu besleyip büyüttüğü, yetiştirdiği yer çadır imiş. Be­bekler konuşmaya başladığında, çocuklar eşyaların farkına vardığında anneleri onları; okşayıp, sevip, besleyip giydirdiği çağda, her şeyden önce neleri yapma­ması gerektiğini onlara anlatırmış. Bu anlatmada doğruluk, sorumluluk ve öğret­me amacı bulunur. Bu öğretilenlerin neler olduğunu örneklerle görelim:

Küçük çocuklar yastık yüzüne değmemelidir. Yastığın içerisinde doğanların göbeklerinin saklı olduğu deriden çıkın var.

Küçük çocuklar sandıkların süslemesini bozmamalıdır. Sandığın dışı süslemeli, güzel olur. İnsanın yüzü de öyle. Çocuklar kap kacakları kırmamalıdır. Ateş parçası alarak onunla oynanmaz. Çünkü ateş Tuva insanının Tanrısıdır. Be­si hayvanlarının kesildiği yere çocuklar gidemez ve dökülen kanı göremez. Ölü­nün bulunduğu yere küçükler gitmezler. Sonsuz uykusuna yatan kişinin yanında gürültü edilmemelidir. Küçükler başkalarına ait bir şeyi çalamazlar. Çalarlarsa azap çekerek ölürler. Çocuklar yalan söylememelidir. Yalan söylerlerse büyü­düklerinde sesleri kısılır. Yalancı kişi kara iftira yayar. Hırsız ve yalancının yo­lu birdir, cehenneme gider. Küçükler sigara içemezler. Çocukluğunda sigara içe­nin yedi ciğeri çürür. Çocuklar içki içemezler, içerlerse büyüdüklerinde aptal olurlar. Küçüklüğünde içki içenler yaşlılıkta girecek ev bulamazlar. Çadıra yaş­ça büyük olanlar geldiğinde çocuklar saygı ifadesi olarak ayağa kalkmalıdır. Bü­yüklerini gördüğünde oturmaya devam eden çocuklar akılsız olurlar. Büyükler kendi aralarında bir şey konuşuyorsa, küçükler onların konuşmasını dinlemezler ve çadırın dışına çıkarlar. Küçüklerin yiyebileceği yiyecekler var, yemeyeceği yiyecekler var. Bunun gibi dinleyebileceği konuşmalar var, dinlemeyecekleri konuşmalar var. Büyüklerin konuşmasını küçükler bölmezler. Büyüklerinin sö­zünü kesen küçüklerin büyüdüklerinde kulakları sağır olur. Küçük çocuklar Şa­manın çadırına gitmezler. Şaman çadırına giderlerse karınları şişer, çünkü; Şa­manın putları kıskançtır ve çabuk öfkelenir. Küçükler büyüklerin önünden geç­mez. Geçerlerse kendileri ihtiyarladığında kimse saygı göstermez. Çocuklar bü­yüklerin adını doğrudan söylemezler. Büyüklerin adını söylerlerse boğazları şi­şer. Küçükler çadır yanında oynarken, bir yabancı gelse, evin köpeği boynundan tutularak gelen misafir ağırlanır. Yabancı gelirken saldırmasın diye köpeği boy­nundan tutan çocuklar bütün hayatı boyunca eş dost sahibi olur. Büyükler kü­çüklere bir şey uzattığında iki elle birlikte alınır. Tek el uzatılarak alınırsa bütün hayat boyunca yalnız başına yaşanır. Gebe annenin önünden küçükler geçmeme­lidir. Geçerlerse kızın düğünü geç olur. Küçükler çadırdan uzak bir yerde oyna­yacaksa gideceği yeri büyüklerine söylemelidir. Anne ve babasından kaçarak uzak yerlerde oynayan çocukları, bütün vücudu kara tüylerle kaplı bir kişi ala­rak bir kuyunun içine götürür. Küçük çocuğa fincanla içecek sunulduğunda iki eliyle almalıdır. Bir eliyle alırsa karnı hiçbir zaman doymaz. Küçükler tabakla­rın dibini sıyırmaz, sıyırırlarsa aç kalırlar. Küçükler suyun içine hiçbir şey atmamalıdır. Atarlarsa sidikleri koyulaşır. Küçükler çiçek koparamazlar, koparırlarsa kulakları kopar. Oğlan çocukları ağabeylerinin sözünü dinlemelidir. Ağabeyle­rinin sözünü dinlemezlerse yaramaz insan olurlar. Kız çocukları ablalarına kar­şılık vermezler. Ablalarına karşılık veren kız çocukları oynayacak arkadaş bula­mazlar. Eve misafir geldiğinde küçükler yaramazlık yapmamalıdır, yaparlarsa bu geleneklere aykırı olur.

  1. Üç Yaşından On Yedi Yaşına Kadar Kız Çocuklarının Öğrenmesi Gereken Şeyler

Kız çocuğu üç yıl yaşayıp saçları kesildiğinde teyzesinin hediye olarak ver­diği keçinin rengini bilmelidir. Yedi yaşına gelen kız, çadırın içini süpürgeyle te­mizlemesini öğrenir. Dokuz yaşına gelince keçi, koyun, inek sağması öğretilir. Oğlak, kuzu, buzağıyı bir araya getirebilmelidir. On üç yaşına gelen kıza anne­si oyuncak elbisesi diktirir. On üç yaşındaki kız yün eğirir. On beş yaşında çayı kaynatmasını bilir. On beş yaşındaki kız peynir yapmasını bilir. On altı yaşında­ki kız kesilen besi hayvanlarının içini temizlemeyi öğrenir. On yedi yaşındaki kız koyun kırkar, on yedi yaşındaki kız yün kabartır, on yedi yaşındaki kız ye­meği bilmelidir. On yedi yaşındaki kız kuzu derisini sepileyip, elbise yapmak için kendisi biçer, diker, dışını ipek ile süsler. Bu işleri yapabilen kızın annesi çocuğunun kocaya gittiğinde zorluk çekmeyeceğini bilir. Eski Tuvalar gelin se­çip alırken işçimenliğine, becerikliliğine ve kişilikliliğine önem verirlermiş. Kı­zın annesi kocasının ve kendisinin üç göbekten yakın akrabalarını kızına anlatır. Bunun birinci sebebi ise üç göbekten akrabalar birbirleriyle evlenemezlermiş.

  1. Üç Yaşından On Yedi Yaşına Kadar Erkek Çocuklarının Öğrenmesi Gereken Şeyler

Üç yaşındaki erkek çocuğu dayısının hediye olarak verdiği tayın rengini bil­melidir. Beş yaşındaki erkek çocuğa babası karaca küpelerinden yapılan kayışı verir. Çocuk bu kayışla kaçan buzağıyı yakalamasını öğretir. Yedi yaşındaki er­kek çocuk babasının arkadaşı olur. Babası yedi yaşındaki oğlunu boğa başı de­ğer yere çıkarır. Dokuz yaşındaki erkek çocuk dana üzerine biner. Dana üzerine binerek koyun çobanlığı yapar. On üç yaşındaki erkek çocuk başkalarının koyununu güderek karnını doyurur ve ailesine yardımda bulunur. On üç yaşındaki oğ­lan yarış atına bindirilir. On beş yaşına gelen erkek çocuk yolunan arpayı sapın­dan ayırarak temizler. Temizlenmiş arpayı değirmende öğütür. Annesine çay yapacak odunu kırabilir. Babası on beş yaşındaki oğluna ot, ekin biçecek tırpan ve orağı alıp verir. Bunun dışında yularlı, dizginli eyeri oğluna verir. Oğlan eyer­li ata binerek sürer. On beş yaşındaki erkek çocuk ekini sular, yabancı otlarını ayıklar. On altı yaşındaki erkek çocuk besi hayvanını kendisi keser, derisini yü­zerek etini temizler. On altı yaşındaki genç babasının izniyle yakınlarda yaşayan komşulara atıyla yolculuk eder. On yedi yaşındaki erkek çocuk atın kutsal yele­sini kesebilir. On yedi yaşındaki erkek çocuk öküz derisinden yapılan urganı örer, yuları bağlar. On yedi yaşındaki oğlan dağ aşar, tepe geçer. Kendi kendine yolculuk yapar. Balık, av avlayıp komşularının et ihtiyacını giderir. On yedi yaşındaki genç yarış olan yerlere gider. Bayramlarda güreşir, millî oyunları oynar, erliğini gösterir. Babası oğluna üç göbekten akrabalarını anlatır.

  1. On Üç Yaşından On Yedi Yaşına Kadar Kız Çocuklarının Düşünmesi Gereken Şeyler

Kızların ağzı sağlam olmalı. Halkın arasında gevezelik ederse, leş görmüş kuzgundan kötü görünür. Kızlar canlı hayvanın canına kıymaz. Kız çocuğu ya­ratılışından Tanrıya yakındır. Kızlar eteğini açmamalıdır. Uzun etekli elbise giy­melidir. Kız çocuğu yabancı evde yatmamalıdır. Yabancının evinde yatan kızlar ahmak buzağıya benzer. Kızlar yerden ip, kendir almamalıdır. Alırlarsa doğur­maları güç olur. Kızlar mahir olmalıdır, tembel kızların yanına sevecekleri genç­ler yaklaşmaz. Kızların gözleri yumuşak bakışlı olmalıdır. Soğuk bakışlı kızlar yılanın bakışını hatırlatır. Kızlar insanların yedikleri yemeklerin hepsini yapabil­meli. Yemek yapmasını bilmeyen kızların kocaları evden kaçar. Kızlar yaş çu­buk kırmaz, çiçek yolmaz. Bunları yaparsa çocuklarına merhametsiz olur. Güler yüzlü kızların yanına sevgililer yığılır, kaba kızların yanına it dahi yaklaşmaz.

  1. On Üç Yaşından On Yedi Yaşına Kadar Erkek Çocuklarının Düşünmesi Gereken Şeyler

Oğlan çocuğunun yiğidi iyidir. Yazın sıcağına, kışın soğuğuna alışık erkek çocuğu pehlivan olur. Kurt öldüren erkek çocuk avcı olur. Er kişi seyahat etme­lidir. Yola koyulan genç atının yönünü geri çevirmemelidir. İyi at sahibini zen­ginleştirir, yiğit genç halkını ünlendirir. Oğlan yılkı güder. Oğlan ıssız yerde ko­naklamaktan korkarsa, er adını kaybeder. Genç, çadırı kurmasını, sökmesini bil­melidir. Çadırı kurup sökemeyen genç alaya alınır. Erkek çocuk becerikli olma­lı, eli ağır erkek çocuğu karnını dahi doyuramaz. Oğlanın kolu güçlü olmalı. Bir çuval zahireyi atının eyerine koyabilmeli. Oğlan çocuğu yola gitmeli. İyi at yol­da, yiğit er at üstünde ölür. Erkek adam merhametli olmalı. Yumruğunu tutan oğlan, ağzını açan aç kurda benzer. Şarkı söyleyen gencin yanına kızlar yığılır. Oğlan kişi neşeli olursa, sağlık, sıhhati yerinde olur.

B. DÜĞÜN GELENEKLERİ

Düğün

Eski Tuva’nın düğünü, atadan dedeye yayılıp gelen kendine has geleneklere sahiptir. Düğün, genç yaştaki kız ve erkeğin ailelerinin evlerinden ayrılarak bir­likte yaşamalarının başlangıcıdır. Eski zamandaki Tuvaların düğünü çeşit çeşit gelenekleri içinde barındırmaktaydı:

  1. Kız Çocuğunun Kıçının Altına Keçi Kılı Bırakmak

Kışlakta Sat Çambal’ın çadırı var diyelim. O çadırın sahibi kadın, kız çocuk doğurdu diyelim. Başka bir kışlaktan Monguş Bolat’ın bir oğlu bulunan çadırı var diyelim. O oğlanın annesi keçi kılını yoğunlaştırıp yuvarlak hâle getirerek, yeni doğan kız çocuğunun bulunduğu çadıra gider. Çadırda çocuğun ailesiyle hatırlaştıktan sonra, salıncaktaki çocuğu yerinden çözerek:

– Kızınızı büyüdüğünde gelin olarak alacağım, diyerek, koynunda sakladığı bir tutam kılı çocuğun altına koyar ve tekrar sarar.

Bebeğin annesi, Monguşlardan gelen kadına saygılı bir şekilde:

– Peki, öyle olsun, der.

Eğer oğlanın babası kız istemeye gelmişse, salıncaktaki kız çocuğunun baba­sına çakmak taşını verir. Kız çocuğunun babası ise kızını istemeye gelen erkeğe saygılı bir şekilde:

– Peki, öyle olur umarım, der.

Eski Tuvaların düğün geleneği kız çocuğu daha beşikteyken başlarmış. Ço­cuk büyüyüp evlenecek çağa geldiğinde istenir ve gelin olarak alınırmış. Üç ata­sından yakın kan bağı olan akrabalar birbirlerinden kız alıp veremezler, birbirle­rine dünür olamazlarmış. Bu geleneği eski Tuvalar çok kutsal olarak düşünüp yaşamışlardır.

  1. Dileği Bildirme

Kız on beş, on yedi, on dokuz yaşlarına geldiğinde ailesi evlendirebilir. Eski geleneklerde; on dört, on altı, on sekiz yaşındaki kızlar kocaya verilmezmiş.

Kız on beş yaşına geldiğinde “dileği bildirme” geleneği varmış. Oğlan tara­fından görgülü ve yiğit bir kişi seçilir. Mataralar içkiyle, kaplar etle ve peynirle doldurulur ve kızın evine gönderilir.

– İstek için geldim, diyerek kızın ailesine varır. Tabaka değiştirilerek sigara­lar içilir. Birlikte çay içilir. Kadeh kaldırılır. Oğlanın ailesinin arzusunu gelen ki­şi açıklıkla ifade eder. Kızın ailesi de ne düşündüklerini açık bir şekilde gelen kişiye anlatır.

“Dileği bildirme” geleneği iki tarafın evlilik konusundaki düşüncesinin açık olarak ortaya çıkmasının bir gereğidir.

Konuşmalar bitip, işin nereye gideceği anlaşıldığında:

– Yolumuz muvaffak oldu, diyen misafire kızın babası “Olsun, olsun” diye­rek cevap verir. İstek için gelen kişi kalkar ve atına binip gider.

Kız istemeye gelen kişi iki kadeh içki içer ve kızın ailesiyle hoş bir sohbet eder. Bundan daha fazla içki içemez. Gelen kişi gözden kayboluncaya kadar, kı­zın ailesi çadırın yanında durarak onu yolcu eder.

  1. Çayı Koparmak

Karşılıklı çay içmek eski zamanlardan beri Tuvaların bir geleneğidir. Haya­tını hangi şartlarda yaşarsa yaşasın, Tuva insanı, çadırına gelen insana mutlaka çay ikram eder. Çadıra gelen kişiye bir bardak çay ikram edilmezse bu, en kötü yol olarak görülür ve çok büyük cimriliğe işarettir.

Çadırda çayın bulunması, gelen misafire bu çaydan kaynatılarak ikram edil­mesi Tuvalıların eskiden beri kutsal saydığı gelenekleri arasında.

Oğlan tarafından kız ve erkek akrabalardan bir grup seçilir. En iyi atlar eyer­lenir. Oğlanın akrabaları, mataralara içkileri, içi dolu tencereleri, bir bütün çayı (Burada kastedilen çay arı peteği şeklindedir ve sıkıştırılarak sertleştirilmiştir. E.A.) ve bir miktar tütünü kızın ailesine götürür. Kız akrabalar ise renkli inciler­den kızın ailesine götürürler.

Oğlanın akrabaları kızın akrabalarıyla karşılaşınca:

– Çayı koparayım, diyerek çayın kenarından kopardığı bir parçayı kızın an­nesine saygıyla sunar.

Oğlanın kız akrabası, gelin olacak kızla karşılaştığında konuşur ve renkli in­cileri Çin’den gelen ipliğe dizerek gelinin saçlarına bağlar.

Koparılan çayı, paketinden çıkarılan tütünü kızın akrabaları ve komşuları içerler.

Çay koparma ve sigara ikram etme geleneği gelinlik kızın kaynata ve kayna­nasının olduğunu halka ilân etme anlamına gelir.

  1. Nişan

Oğlanın anne ve babası gelinin ne zaman geleceğini öğrendiğinde yiyecek ve içeceğini hazırlamaya başlarlar. Oğlan tarafından nişan için gidecekler yola çık­madan önce, kızın yakın akrabalarını, komşularını tek tek öğrenir. Hangi çadıra nasıl deri matarada, ne kadar içki götürüleceği, nasıl bir kap içerisinde hangi yi­yeceklerin sunulacağı, hediye olarak nelerin verileceği önceden belirlenir ve ay­rı ayrı kaplara konur. Sürahi, matara, ağaç bakraç içerisine içkiler konur. Hey­beler, çıkınlar içerisine haşlanmış et, börek, çörek, peynir ve öğütülmüş yulaf konur.

Nişan için gidilirken oğlanın anne ve babası, oğullarını ve yakın akrabalarını yanlarına alırlar. Saçıyı, ateşe saçacak kişi önceden seçilir.

Nişan olduğu günün gündüzü ateşe saçı saçmak mutlaka yapılması gereken bir gelenektir. O kutsal geleneğe “ateşe saçı saçma” denir. Oğlanın anne ve ba­bası tarafından pehlivan, cesur ve ağzı söz yapan bir kişi seçilir. Gelinin anne ba­basının çadırına doğru gidilirken öncelikle bu seçilen kişi ata bindirilir.

Oğlan tarafından gelen bu kişi kızın en yakın akrabalarının çadırlarını dola­şarak ateşlerine saçı saçar, dua eder. Kızın ailesinin çadırına geldiğinde öncelik­le bir kase “hoytpak” (bir çeşit kımız) içirtir. Arkasından bir kadeh içki sunar. Bundan sonra haşlanmış eti tabağı iyice doldurarak sunar. İş zora girecek olursa saçı saçıcı içkinin sertinden sunar. Nişan gününde saçı saçıcı kız tarafından mut­laka sıkıştırılır. Saçı saçıcı, oğlanın anne ve babasının ve akrabalarının adına kö­tülük gelmemesi için, içkiyi uygun şekilde az içer, yemeği yer. Yapması gere­ken en önemli şey ise kızın akrabalarının çadırlarını tek tek gezmesidir.

Nişan için gelenler kızın anne ve babasının çadırına gelerek atlarından iner­ler. Kaplardaki yiyecek ve içecekleri kızın babasına verirler. Kızın babası bu yi­yecek ve içecekleri konu komşuya dağıtır.

Kızın anne ve babasının çadırına bütün akrabaları toplanır. Toplananlar az ise deri mataradan içki ikram edilir. Toplananlar çok ise içki kazan içine dolduru­lur. Her şeyden önce oğlanın babası kızın anne ve babasına yönelerek, “Çocuk­larımı çiçeklendirmek için geldim.” diyerek ilk doldurduğu kadehi iki eliyle kı­zın babasına sunar. İçki dolu kadeh diğer oturanlara da sunulur. Bulunanlar az ise yalnız bir kadehle herkese içki sunulur. Çok ise iki kişi iki kadehle oturanla­ra içki sunar. İçkiyi sunan kişi öncelikle kızın akrabalarına hediyesini verir, da­ha sonra içki sunar. Hediye Çin veya Hindistan’dan gelmiş olur. Bu hediye ke­çi derisi dilinip, içinden ve dışından bükülerek elde edilen urgandır. Nişan oldu­ğu günün gündüzünde iyi bir at veya deri matara seçip alınır. Öncelikle oğlan ta­rafı kız tarafının at seçmesi için hazırlıklı olur. Kız tarafından “nişan babası” de­nen kişi gelerek oğlan tarafından en iyi matarayı seçip alır. Bu ise dünür olma­nın bir geleneğidir. Oğlanın akrabalarının gücü yeterliyse kız tarafının her biri­ne ayrı ayrı mallar hediye eder.

  1. Ayını Gününü Sorma, Düğün Yapma, Gelin Karşılama

Eskiden Tuvalılar kendi soyunu dokuz kuşaktan beri bilirmiş. Kan akrabala­rını çok iyi bilirler ve üç göbek yakınların oğlu kızı birbirleriyle evlenmez. Kız­lar on beş, on yedi, on dokuz yaşlarında kocaya varırlarmış.

Eski Tuvalarda evlenecek oğlanın, kızın ataları hangi ayda, hangi gün evden çıkılacağını büyük Şamana sorarlarmış. Budizm Tuva’ya geldikten sonra koca­ya varacak kızın hangi gün evden çıkacağı, kız alacak erkeğin hangi gün evlene­ceği, hangi tür bir ata binileceği lamadan sorulmaya başlanmış. Gelin olacak kız evinden ata binip giderken, atın dizginini kimin tutacağını da sorar. Lama bu ki­şinin uygun olup olmadığını söyler. Lama, karı koca olacakların doğduğu yılla­ra bakarak, onların birbirlerine uygun olup olmadıklarını da söyler. Kızın gelin gidecek ayını, gününü öğrendikten sonra anne babası da bu tarihi uygun bulmuş­sa erkek tarafı düğün için gelebilir.

  • Düğün, kızın anne babasının evinden çıkması demektir.
  • Düğün, oğlanın kendi yuvasını kurması demektir.
  • Düğün günü kızı erkeğe verme günüdür.
  • Düğün günü, kızın yeni kurulan evin büyük sahibi olması demektir.

İşte bütün bu gelenek, anlayışlar bizim atalarımızdan beri gelen törelerimizdir.

Kızın anne ve babası, akrabaları; yiyeceğini, dört mevsim giyeceği elbisele­rini, ayakkabılarını hazırlarlar, konuşulan günde ata bindirmeye hazır ederler. Kocaya varacak kızın atının dizginlerini, kız ile yılları uygun olan bir erkek çe­ker. Bu oğlan kızın bindiği atı evden uzaklaştırdıktan sonra dönüp gelir. Bundan sonra gelin olacak kız kendi atını kendisi yönetir. Düğün, gelin kızın anne baba­sının evinden ata binip çıkmasıyla başlar.

Gelin karşılama geleneklerin başka bir güzelliğidir. Kızın anne babasının evinden oğlanın anne babasının evi uzak ise gelin getirenler üç defa karşılanır. Aşacak aşıtta, geçecek geçitte ve duracak yerin yakınında üç defa karşılama ya­pılır.

Gelenek ciddî ve ayrıntılı: Gelin getirenler birinci karşılanışta başka, ikinci karşılanışta başka ve üçüncü karşılanışta başka kişilerce karşılanır. Karşılayan­lar erkek tarafındandır. Karşılayanların lideri deri matarada içkisi olan biri olur. Bu kişi öncelikle gelinin babası olmak üzere kız tarafından olanlara içki sunar. Bu yolda durma geleneği; atlardan inerek durmayı, dinlenmeyi ve soğuk bir şey­ler içmeyi amaçlamaktadır.

Kız tarafından gelen misafirler gelinin ineceği yere yaklaşınca mutlaka kar­şılanır. Bundan kasıt uzaktan gelen kişileri dinlendirme amacına yöneliktir. Oğ­lan tarafı çayı kaynatıp çaydanlıklara doldurur. Yanına yemekleri ve kap kaçağı alarak karşılanacak yere gidip beklerler. Karşılama bittikten sonra buraya getiri­len kap kacak gelinin olur.

  1. Çadırı Dolanma

Getirilen kızın eşyaları yeni kurulan çadıra yerleştirilir. Eski gelenekte yeni kurulan çadırın çevresinde gündüz üç defa dolanılır. Şayet yeni çadır kurulama­mışsa, çadır kurulacak yere bir kazık çakılarak onun etrafında Uç defa dolanılır.

Yeni kurulan evin içinde şık, yeni elbiseli insanlar tıka basa doludur. Oğlan tarafından bir kişi, bir kaba çay, hoytpak koyarak düğün için gelenlerin üzerine saçar. Bunun amacı herkesi güldürmek ve sohbeti koyulaştırmaktır. “Yaştan ar­tar.” derler.

Yeni kurulan çadır içinde gelin orun (sedir) üzerine oturur. Gelini kadınlar­dan biri devamlı takip eder. Çıkışta ve girişte yanında olur. Gelinin başı kapalı­dır. Gelinin başına giydirilen şeye “baştangı” (duvak) denir. Gelenler gelinin yüzünü görmesin diye gelinin karşısına kalın kumaş parçası gerilir. Bu saatte da­mat çadıra giremez ve gelinin yanına gelemez. Ancak ilk yıldız gökyüzünde gö­ründüğünde gelinin yanına girebilir. Eski Tuvalarda yeni kurulan çadırın içinde iki gencin yeni hayatı başlar. Onların yanına on üç yaşına kadar çocuklar girebi­lirler. Daha eskiden ise on üç, yirmi yaş arası gençler girerek oynayıp şarkılar söylerlermiş.

Düğün olan yerde otuz yedi yaşını doldurmayanlar içki içemezlermiş. Kırk dokuz yaşını dolduranlar iki kadeh içki içerlermiş. Düğün olduğu yerde sarhoş olunmaz, bağrışma, birbirleriyle dalaşma olmazmış. Düğün olan yerde içkinin son kadehi yaşça en büyük olana sunulur. Bu ihtiyar kişi içkisini içerek; ateşe, yere, göğe içkisinden saçarmış. Düğün bittiğinde en yaşlı kişi şu sözleri söyler­miş:

– Yeni kurulan çadırın ateşi sönmesin!

  1. Alkış

Tuva düğününün bir başka özelliği ise geline alkış tutmaktır. Bu işi yapmak için Askak – Kaday (aksak kadın)’ın çok yararı dokunur. Akrabalardan uygun olan biri “aksak kadın” olarak seçilir. Aksak kadın bir bez içinde yulaf ve elin­de balta taşır. Aksak kadın bezdeki yulafı yerlere saçalayarak ve baltayla da yer­lere vurarak yürür. Gelin ise aksak kadının eteğinden tutarak peşinden gider. Ak­sak kadın balta ve yulafını en son girdiği çadırda bırakır.

Aksak kadın, gelini kayın babası ve kaynanasının evine getirir. Kaynana bir kâseye süt koyarak önce kendi tadına bakar, sonra gelinine verir. Gelini de sü­tün tadına bakar ve tekrar kaynanasına verir. Bu gelenek gelinle kaynanasının ta­nışmasını ve yüz açmayı sağlar. Kayın babanın evinde gelin için alkış tutulur. Alkış, duayı kadınlar da erkekler de yapabilir. Bazıları çok güzel dua, alkışta bu­lunurken, bazıları da bu işte acemidir. Alkışta bulunmak yeni ev kurmuş genç­lere çoluk çocuklu, varlıklı, sağlık içinde yaşamasını dilemektir. Tuvalarda alkış olmayan düğün olmaz.

Tuva’da gelin için yapılan bir alkış:

Denge tiger öglüg bol, uruum.
Dö’şke çalaar maldıg bol, uruum
Haya-daş deg ettig bol, uruum.
Haragan deg maldıg bol, uruum.

Ezerteenin çıraa bolzun, uruum.
Edileenin möngün bolzun, uruum.
Baştanganın mannık bolzun, uruum.
Bastırganın şayak bolzun, uruum.

Torga deg şokar bol, uruum.
Torlaa deg öörlüg bol, uruum.
Mannap çetpes kodannıg bol, uruum.
Magadap çetpes maldıg bol, uruum.

Delegeeynin çeçee deg kaas bol, uruum.
Tel lyaştın çoçagayı deg öörlüg bol, uruum.
Ak şarı keji kögeerlig bol, uruum.
Ak hadın bışkılıg bol, uruum.

Hovu sınmas çılgılıg bol, uruum.
Kodan sınmas hoylug bol, uruum.
Edikilep annaar ooldarlıg bol, uruum.
Evilen-çıpşılan kıstarlıg bol, uruum.

Üner, kirer çonnug bol, uruum.
Üstüg, çaglıg çemnig bol, uruum.
Edileer et-septig bol, uruum.
Ederjir eş-öörlüg bol, uruum.

Kirgenni utkup çor, uruum.
Üngenni üdep çor, uruum.
Aştaanı çemgerip çor, uruum.
Askannı keergep çok, kızım.

Hınıır eves bol, uruum.
Hımışka paştanmayn çor, uruum.
Haram eves bol, uruum
Kalgakka paştanmayn çor, uruum.

Ulagga munar a’ttıg bol, uruum.
Uruk tudar ooldug bol, uruum.
Uguulzalap daaraar heptig bol, uruum.
Ujuk tudar kıstıg bol, uruum.

Hat keerge, çaglaktıg bol, uruum.
Halap keerge, kamgaialdıg bol, uruum.
Olurar, çurttaar örgeelig bol, uruum.
Ot çayaaçı burgannıg bol, uruum.

Törelinge töleptig bol, uruum,
Çonunga çorgaar bol uruum,
Hovu kejerde, doozunnug bol uruum.
Art ajarda, baraannıg bol, uruum.

Düzenli kurulacak çadırlı ol kızım,
Tepeyi bürüyecek mallı ol kızım,
Kayalar, taşlar kadar etli ol kızım,
Sürüler kadar mallı ol kızım.

Eyerlediğin rahvan olsun kızım,
Sahip olduğun gümüş olsun kızım,
Öncü atın yürüyüşiü olsun kızım,
Yürüyenin rahvan olsun kızım.

Ağaçkakan gibi süslü ol kızım,
Keklik gibi eş dostlu ol kızım,
Koşarak dolaşılamayacak ağıllı ol kızım,
Şaşılacak kadar çok mallı ol kızım.

Dünya çiçekleri gibi güzel ol kızım,
İkiz ağacın kozalağı gibi eş dostlu ol kızım,
Ak boğa derisinden mataralı ol kızım,
Ak kayından kepçeli ol kızım.

Yazıya sığmaz yılkılı ol kızım,
Ağıla sığmaz koyunlu ol kızım,
Avlanmayı bilen oğullu ol kızım,
Yumuşak huylu kızlarla ol kızım.

Girip çıkacak halklı ol kızım,
Yağlı ballı yemekli ol kızım,
Yararlı aşlı, yemekli ol kızım,
Yanında bulunacak eş dostlu ol kızım.

Gireni karşıla kızım.
Çıkanı uğurla kızım,
Acıkanı doyur kızım,
Azana merhamet et kızım.

Hesaplı olma kızım,
Kepçeyle yemek pişirme kızım,
Cimri olma kızım,
Kaşıkla yemek koyma kızım.

Yola gidecek atlı ol kızım,
Çadır dikecek oğlanlı ol kızım,
Nakışlarla bezeli elbiseli ol kızım,
İğne tutar kızlı ol kızım.

Rüzgâr gelirken barınaklı ol kızım,
Belâ gelirken savunmalı ol kızım,
Oturup yaşayacak saraylı ol kızım,
Oddan, ateşten Tanrılı ol kızım.

Atalarına lâyık ol kızım,
Milletinle gurur duy kızım,
Ova geçerken tozlu ol kızım,
Geçit aşarken mallı ol kızım.

  1. Gelinin Kayın Baba ve Kaynanasına Çay İçirmesi

Alkış ve dua bittikten sonra yeni gelin kendi evine gelir. Bir gün geçtikten sonra, oğlan tarafından iki kadın gelinin getirdiği çeyizini derleyip düzenler.

Annesinin öğrettiği şekilde gelin, kazan dolusu çayı kaynatır. Kayın babası, kaynanası ve komşuları ak çadırına çay içmeye davet eder. Gelinin kaynattığı çaydan becerikliliği anlaşılır. Bu çay yeni kurulan evin şöhreti olarak kalır. Çay içerken sohbetler edilir, tanışmayan kişiler varsa tanışırlar. Kaynatılmış çay Tu­va çadırının en muteber içeceğidir. Ateş yanıyorsa üzerinde mutlaka çay bulu­nur. Evlenen gençler anne babasından, yakın akrabalarından hediye olarak çeşit­li mallar alırlar. Bu mallar; keçi, koyun, dana, öküz, sütlü inek ve binek atı ol­mak üzere her çeşittendir. Bu, Tuva’nın konar göçer hayvancılık hayatında, ak­rabalar arasındaki yardımlaşmanın bir göstergesidir.

  1. Tojuların (Tuvaların Kuzeydoğuda Yaşayan Bir Boyu E.A.) Düğünü

Ormanda yaşayan avcılar ve geyik yetiştiricileri içkisiz düğün yaparlarmış. Düğün olan yerde oyun, eğlence olur ve gelenlere yemek yedirilirmiş. Düğün zamanı sekizinci aydır. Bu ayda şakayık çiçeği olgunlaşır ve besi hayvanları se­miz, sütleri bol olur.

Kız satılırmış. Kızı isteyenler çalışkan, ahlâklı ve kişilikli olursa kız hemen verilirmiş. Kız verilen yer çalışkan değilse düğünün yapılması bekletilir, kızı alanlara zorluklar çıkarılırmış. Oğlan tarafından kızın anne babasına verilecek şeyler gelenek tarafından belirlenmiştir. Kızın canı için, tüfek; başı için kazan; ikisi birlikte tok yaşasın diye kazma; süt hakkı için, sütlü besi hayvanları; derisi için post verilir.

Otağ ateşini yakmak için odun toplanır. Bu ağaçlar yaş olmamalıdır. Arka ar­kaya duran iki genç odunları getirir. Otağa kuru ağaçlar bırakılır. Köseğiler tu­tuşturularak genç kıza ve genç oğlana verilir. Kızın ve oğlanın birlikte otağı tu­tuşturmasıyla düğün ve eğlence başlar. Düğün başladıktan sonra damadın yiğit­liğini ve cesaretini ölçme zamanı gelmiştir. Düğünün hemen ardından damat, ce­saretini, maharetini göstermek üzere dağa avlanmaya çıkar. Ava çıkan damat mutlaka avlanarak gelir. Hatta ayı bile avlamış olur. Avlanan ayının eti konu komşuya pay edilir.

Damadın avladığı ayının etinden yemek çok eskilere dayanan bir gelenektir. Bu etten küçücük bir parçayı dahi yiyen ihtiyarlar, “Doydum.” der. Bu etin kü­çük bir parçasını yiyen baba, “Tamam.” der. Çok eskiden beri devam eden bu gelenek mutlaka yaşatılmalıdır.

Toju halkı ayıyı “Çımçak-Düktüg” (Yumuşak Tüylü), “Hoyug-Büürek” (Yu­muşak Böbrek) olarak adlandırır. Kadınlar ayının başını ve belden aşağısını ye­mezler. Yerlerse; “Çocuk doğurmaları zor olur.” derler. Ayının kemik iliği er­kekler tarafından yenmez. Erkeklerin ayının kemik iliğini yiyince korkak oldu­ğuna inanılır. Gebe kadın doğururken güçlük çekerse, ayının delikli kürek kemi­ği ak bezle gebenin beline sıkıştırılarak bağlanırsa doğum kolay olurmuş.

Monguş B. KENIN – LOPSAN

Akt. Prof. Dr. Ekrem ARIKOĞLU


Not: “Tuvaların Eski Gelenekleri” adını verdiğimiz bu yazı M.B. KENİN – LOPSAN’ın “Tıva Çonnun Burungu Ujurları” adlı eserinden yaptığımız aktarmanın ilk bölümüdür. M. B. KENÎN – LOPSAN Tuva’nın en tanınmış etnografı, tarih araştırmacısı ve şamanlar derneği başkanıdır. Aynı zamanda en önemli yazarla­rından biridir. Yetmiş yıllık ömrünün çoğunu derlemelerle geçirmiş. Eser 1994 yılında Kızıl’da basılmış. Yazarın önceki yıllarda halktan yaptığı derlemeleri bir araya getirmesiyle oluşturulan eserin aslında; derlemelerin kimden, ne zaman, nerede yapıldığı ve kaynak kişiler hakkında bilgiler de bulunuyor. Biz bu bilgi­leri aktarmaya almadık. Eser, Tuvaların eski geleneklerini gençlere öğretmek amacıyla öğretmenlere de tavsiye edilmiştir. Eseri Türkiye Türkçesine aktarma­mızdan maksat; halk bilimcilerin yapacağı karşılaştırmalı çalışmalara yardımcı olmak, Anadolu’da yaşanan bazı geleneklerin kökenine inebilme imkânı sun­mak ve Tuva kültürünün ülkemizde tanınmasına katkı sağlamak olarak özetle­nebilir. Eser birçok kişiden yapılan derlemelere dayandığından tek cümlelik hü­kümler hâlindedir. Bazı yerlerde tekrara düşmeler görülebilir. Ancak biz bunla­rı ayıklamak yerine olduğu gibi aldık.

Bunları da beğenebilirsin
Cevap bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.